İZMİR - Ege Denizi'ndeki deprem hareketliği nedeniyle gözlerin çevrildiği İzmir'in aktif fay hattı üzerine bulunduğunu belirten Özgür Baretliler Üyesi İnşaat Mühendisi Hüseyin Kapan, kentteki yapıların durumun vahim olduğunu, bir an önce önlem alınması gerektiğini söyledi.
Ege Denizi'nde Yunanistan'ın Santorini Adası ve civarında 28 Ocak-13 Şubat tarihleri arasında yaklaşık 2 bin 200 deprem kaydedildi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından kaydedilen depremlerin en büyüğü ise 5,2 büyüklüğünde yaşanırken, depremler İzmir'de de hissediliyor. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nin (DEÜ) Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi, "Santorini Depremleri Ön Değerlendirme Raporu"na göre, olası 7.5 büyüklüğündeki bir deprem İzmir'de 5 şiddetinde hissedilecekken, kent için tsunami uyarısı da yapılıyor. 30 Ekim 2020'de yine Ege Denizi'nde Seferihisar açıklarında yaşanan depremde 117 kişinin öldüğü ve uzmanların sürekli olarak deprem uyarısı yaptığı kentte, yurttaşların tedirginliği de sürüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi kentte riskli binalar için çalışma başlattığını duyururken, Bayraklı ve Bornova ilçelerinde çok sayıda riski yapının olduğu bildirildi. Kentte bir yandan da kentsel dönüşüm çalışmaları sürüyor.
Ege Denizi'nde yaşanan depremleri, İzmir'in risk ve yapı durumunu Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendiren Özgür Baretliler Üyesi İnşaat Mühendisi Hüseyin Kapan, Santorini Adası ve civarında yaşanan depremlerin yapı itibariyle volkanik ve tektonik depremler olduğunu belirtti. Kapan, Afrika tektonik tabakası ile Anadolu tabakasının birbirinin altına geçmesi sonucu volkanik hareketlenmeyle "deprem fırtınası" denilen olayın yaşandığını vurguladı. Mevcut durumun doğal olduğunu, çok korkulacak bir şey olmadığını belirten Kapan, "Fakat belli dönemlerde bu adalar bölgesinde etkiler oluşuyor. Deniz suyunun çekilmesi, tsunami gibi korkular var. Bu tarz denizin içindeki kendi hidrolik döngüsünün depremle bir ilgisi yok. Tsunami olma ihtimali var. Depremin şiddetinin büyük olmasıyla birlikte oluşabilecek bir durum. Fakat mevcut yaşadığımız depremlerin tsunami yaratacak bir etkisi yok. Kıyı bölgelerde ki su çekilmelerinin de bu depremlerle hiçbir ilgisi yok. Denk gelmesini bir tesadüf olarak değerlendirebilirim" dedi.
'İZMİR AKTİF FAYLAR ÜZERİNE KURULU'
Asıl tehlikenin İzmir'in altından geçen aktif faylarda olduğunun altını çizen Kapan, mevcut nüfus yoğunluğu, kentin altyapısı, yerleşim şeklinin depremde nasıl etkileneceği ile ilgili ciddi soru işaretleri yarattığını dile getirdi. 2020'de yaşanan ve yıkıcı etkisi olan depremden kaynaklı bir korku olduğunu söyleyen Kapan, "İzmir aktif bir kaç fayın üzerinde bulunan bir kent. Türkiye'de birçok kentimiz bu durumda. Özellikle İstanbul gibi büyük kentlerimiz. 2 yıl önceki depremde 11 ilin aynı anda etkilendiği ciddi bir yıkım oldu. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde toplumdaki korkunun sebebini anlıyoruz. Diğer kentlere nazaran İzmir'de eski, depreme karşı riskli yapıların olduğu biliniyor. Bununla ilgili envanter çalışmaları İnşaat Mühendisleri Odası tarafından belediye ile koordineli şekilde yapılmaya başlandı. Yetersiz de olsa bu çalışmalar umut verici. Ama ortaya çıkan verilerin işlenmesi, bunlar ışığında kentsel dönüşümün, afetlere karşı dirençli kentlerin inşası temel sorunlardan birisi. Ne şekilde bir inşa söz konusu olacak? Ne şekilde bir kentsel dönüşüm olacak? Toplum nasıl bir dönüşüm istiyor? Bu tartışmalar pek yapılmıyor" diye konuştu.
'ÇALIŞMALAR YETERLİ DEĞİL'
Mevcut yapı durumu envanter çalışmalarında da Bornova ve Bayraklı'nın ciddi riskler barındırdığını vurgulayan Kapan, bir an önce dönüşümün yapılması gerektiğini ifade etti. Bu dönüşümün bir binayı yıkıp yerine yenisini yapmak şeklinde olmaması gerektiğini kaydeden Kapan, "Toplumla birlikte, uzlaşı ve kent hakkını koruyacak şekilde dönüşüm olması gerektiğini düşünüyoruz. Mevcut yapılar vahim durumda. 30-40 yıl öncesinde yapılmış yapılar, hiçbir deprem yönetmeliği, bilimsel ilkeye göre yapılmamış yapılar söz konusu. Bunların da bir önce belirlenip, bir çalışmanın başlatılması gerekiyor. Mevcut konut stokunda riskli yapı olmayacak şekilde bir düzenlemenin bir an önce yapılması gerekiyor. İktidarın bu konuda bir niyet ortaya koyması gerekiyor. Belli alanları rezerv alanı olarak gösterip, buraları ranta açarak, kentsel dönüşüm yapabileceklerini düşünmeleri büyük bir hayal kırıklığı. Yerel yönetimlerde de bu anlamda ciddi bir netlik göremiyoruz. Hem büyükşehir hem de ilçe belediyelerinde riskli yapıların onarılması, güçlendirilmesi veya yıkılması, fayların geçtiği alanların düzenlenmesi ile ilgili çok bir çalışma yapıldığını göremiyoruz" diye belirtti.
'ODALARA YETKİLERİ GERİ VERİLMELİ'
Bu alanda çalışan meslek odalarının önemine işaret eden Kapan, "Bir ülkede kamu yararına çalışma yürüten, kamu adına muhalefet gösteren kurumların olması çok önemli. Toplum bunlarla bir noktaya varabiliyor. Halk adına teknik değerlendirme yapacak, sözü kurabilecek, başka kurum yok. Fakat odaların ellerinden denetleme yetkisi, çalışmalara katılım yetkisi alındı. Mesela eskiden hem İnşaat Mühendisleri Odası hem de Mimarlar Odası yapıların projelendirme aşamasında denetleme yetkisine sahipti. Bu ellerinden alınarak, Yapı Denetim ve belediyelere verildi. Yapı Denetim yakın zamana kadar müteahhitin maaşını ödemesini yaptığı bir kurumdu. Daha yeni havuz sistemiyle birlikte kısmen bağımsız bir kuruluşa dönüştü. Fakat ülkede rant odaklarıyla yapılan işbirliklerini biliyoruz. Sosyal ve toplumsal çürüme ile birlikte kurumlar içinde usulsüz, liyakatsiz çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Buradan da doğru bir denetlemenin ortaya çıkacağını sanmıyoruz. Odalara bu yetkinin geri verilmesi, hatta güçlendirilerek verilmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.
MA / Tolga Güney