ANKARA - Komplo sürecindeki hukuksuzlukların İmralı'da devam ettiğini söyleyen Abdullah Öcalan'ın ilk avukatlarından Mahmut Şakar, "Öcalan’ın özgür ortamda yaşamaya başlaması sadece hukuksuzluğun sona erdirmesi değil, Türkiye içerisinde de bir dönüşüme yol açacaktır" dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, ABD'nin Suriye'ye dönük diplomatik ve askeri baskıları üzerine 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkarıldı. Abdullah Öcalan, sonrasında gittiği her ülkede ABD'nin yoğun baskıları nedeniyle farklı yerlere gitmek zorunda kaldı. Avrupa'da "persona non grata (istenmeyen kişi)" ilan edilen Abdullah Öcalan, en son Kenya'ya gitmek zorunda kaldı ve 15 Şubat 1999 tarihinde elçilik çıkışında kaçırılarak Nairobi Havaalanı'nda bekleyen Türk timine teslim edildi.
Abdullah Öcalan'a yönelik komplonun üzerinden 26 yıl geçti. Söz konusu sürecin başından bugüne Öcalan'a dönük hukuksuzluklar hiç son bulmadı. Komplo sürecinde sığınma ve iltica hakları reddedilen Öcalan, Türkiye'de ise ağır tecrit altına alındı. Aile ve avukat görüşleri keyfi bir şekilde engellendi. 25 Mart 2021 tarihli son telefon görüşmesinden sonra 43 ay boyunca mutlak tecrit altında tutuldu.
Öcalan'a dönük hukuksuzluklar, birçok kez Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin (CPT) raporlarına da yansıdı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de 2005 yılında Öcalan'ın “adil yargılanma hakkı”nın ihlali yönünde karar verdi. Karar, savunma hakkının kısıtlandığını ve avukatlarla yeterli görüşme imkanı sağlanmadığını ortaya koydu.
AİHM, 2015 yılında da, tahliye imkanı olmaksızın PKK Lideri Abdullah Öcalan'a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 3'üncü Maddesi'nde düzenlenen "işkence ve kötü muamele yasağına" aykırı buldu. AİHM, "umut hakkı" ihlali yönünde karar verdi. Söz konusu karara rağmen Abdullah Öcalan'ın "umut hakkı" sağlanmış değil.
Komplodan 10 gün sonra, 25 Şubat 1999'da Öcalan ile görüşme gerçekleştiren avukatlardan biri olan Mahmut Şakar, Öcalan'a dönük hukuksuzlukları Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.
Abdullah Öcalan'a dönük komplo sürecinde hangi uluslararası hukuk normları ihlal edildi?
Uluslararası komplo özü itibariyle küresel siyasetin bir yansıması olarak gerçekleşti. Bunun siyasal ve stratejik bir mesele olduğunu başta belirtmem gerekiyor. Elbette Sayın Öcalan'ın 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkmak zorunda bırakılmasından Türkiye’ye korsanca kaçırılmasına kadar olan sürecin hukuksal anlamda ifade edilmesi gereken yanları var. Ama işin temeline baktığımızda belki bu süreçte adı en az geçen kavram "hukuk" oldu. Uluslararası komplo ilk günden itibaren hukuk dışı ve korsanca bir tarzda gerçekleştirildi. Zaten Sayın Öcalan'ın bu sürece "uluslararası komplo" adı vermesinin temel nedeni bu. Öcalan, hukuktan, hukuk kurallarından, ahlaki ilkelerden, siyasi etikten yoksun bir süreçle karşı karşıya kaldığı için bu süreci "komplo" olarak tanımladı. İrade kırmaya, yanıltmaya, kandırmaya ve uluslararası ekonomik-iktisadi ilişkilere dayalı bir yöntemle icra edildiği için "uluslararası komplo" olarak tanımlandı.
Öcalan, hukuktan, hukuk kurallarından, ahlaki ilkelerden ve siyasi etikten yoksun bir süreçle karşı karşıya kaldığı için bu süreci 'komplo' olarak tanımladı. Komplo ilk günden itibaren hukuk dışı ve korsanca gerçekleşti.
ABD ve Avrupa devletlerinin de baştan itibaren hukuku ayaklar altına alan, çiğneyen bir yaklaşım içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Komployu bir hukuk çerçevesinde yeniden bir kronolojik olarak gözden geçirdiğimizde şunu görüyoruz; Sayın Öcalan 9 Ekim 1998'de Şam'dan Atina'ya gittiğinde, orada istihbarat örgütleri kendisini karşıladı. Sayın Öcalan, orada PASOK üyesi bazı parlamenterlerin daveti üzerine geldiğini söyledi. Kabul etmeyince de iltica etmek istediğini ifade etti. Ancak istihbarat sorumluları, bu iltica talebini işleme koymadan kendisinin ülkeden ayrılmasını istediler ve Atina Havaalanında uzun saatler bekletildikten sonra bir uçakla Moskova'ya gönderildi.
Rusya'ya gittikten sonra kendisinin iltica talebi Rusya Meclisi olan Duma'da ele alındı. 4 Kasım 1998'de Duma 298 oyla Sayın Öcalan’ın iltica başvurusunun kabul edilmesine karar verdi ama Meclis'in aldığı bu kararı o dönemin Başbakanı Pirmakov kabul etmedi, yürürlüğe koymadı. Belli bir süre sonra Sayın Öcalan bu ülkede de kalamayınca 12 Kasım 1998'de Roma'ya gitti. Sayın Öcalan’ın tüm bu süreç boyunca hukukla tanıştığı, hukukla karşı karşıya geldiği tek yer de İtalya’dır. İtalya'ya gittikten sonra önce bir hastanede sonra da ev hapsinde tutuluyor. İltica talebi bir mahkeme tarafından ele alındı. Tabii siyasi mekanizma biraz da uluslararası baskılardan dolayı Sayın Öcalan’ın ilticası hakkında karar vermedi ve mahkemenin buna karar vermesini istedi. O dönemin Başbakanı D’Alema'ın yaptığı açıklamada da ABD Başkanı Clinton'ın o dönem kendisini iki kez aradığını ve Sayın Öcalan’ın oradan çıkarılması gerektiğini söylediğini kendisi bir kez daha ifade etmiş oldu. ABD, o küresel etkinliğini aslında Sayın Öcalan’ın gittiği ülkeler üzerinde de kullanarak o ülkelerin kendi iltica hukuklarını uygulamamaları için baskı uyguladı. Sayın Öcalan henüz Roma İstinaf Mahkemesi'nin kararı çıkmadan önce İtalyan hükümetinin fiili baskıları sonucu oradan bir kez daha ayrılmak zorunda kaldı.
Almanya, 12 Ocak 1990 tarihinde Öcalan hakkında çıkarttığı gıyabi tutuklama kararını neden 9 yıl sonra, yani komplo sürecinde kaldırdı?
Normal koşullarda Sayın Öcalan İtalya'ya geldikten sonra, Avrupa hukukuna göre Almanya'nın bu tutuklama kararı gereği Sayın Öcalan’ın verilmesini İtalya’dan talep etmesi gerekiyordu. Almanya, Sayın Öcalan İtalya'ya geldikten çok kısa bir süre sonra olağanüstü bir yöntemle, o mahkemeden tutuklama kararını kaldırttı. Dolayısıyla herhangi bir iade talebinde bulunmamak için 9 yıl önce çıkartmış olduğu bu iltica kararını da geri almış oldu. Dolayısıyla Sayın Öcalan, İtalya'da olduğu süre içerisinde fiili baskılardan sonra yine Rusya'ya gitti. Orada da iltica talebinin işleme konulmamasından sonra 1 Şubat'la birlikte Atina’ya, oradan da Kenya'ya gönderildi. Dublin Anlaşması gereği, İtalya’da iltica talebinin işlemde olmasından dolayı, Yunanistan’ın Sayın Öcalan’ı İtalya’ya göndermesi gerekirken, Güney Afrika’ya gönderme vaadiyle Kenya’ya götürdüler.
Sayın Öcalan Kenya'ya gönderildikten sonra da Yunanistan'ın Kenya Büyükelçisi'nin rezidansında kaldı. Bizzat o dönem Yunanistan Büyükelçisi olan Kostulas'a elden yazılı bir şekilde iltica talebini iletti ve bunun ilgili mekanizmalara gönderilmesini istedi. 13 Şubat'ta kendisinin Yunanistan'daki avukatı, Kenya'nın başkenti Nairobi'deki kaldığı yeri ziyaret ederek etti. Sayın Öcalan el yazısıyla yeniden bir iltica talebinde bulunarak Yunan makamları nezdinde girişimde bulunması istedi ancak 15 Şubat'ta korsanca bir şekilde Türkiye'ye kaçırıldı. Tüm bu olay örgüsüne baktığımızda aslında İtalya'daki İstinaf Mahkemesi süreci dışında hiçbir süreçte Avrupa ülkelerinin kendi yasalarına uymadığını görüyoruz.
2003 yılında Atina'da Sayın Öcalan'ın aleyhine açılmış bir dava vardı. Sayın Öcalan'ın Yunanistan'a yasa dışı bir şekilde girdiğine dair. O dönem Yunan mahkemesi de gerekçeli kararında Sayın Öcalan'ı beraat ettirirken, Yunan makamlarını da eleştirdi. Yunan makamlarının iltica başvurusunu alıp süreci yasal boyutlara çekmesi gerektiği noktasında bizzat başka bir mahkemenin de böylesi bir yorumu oldu. Dolayısıyla uluslararası komplo meselesinde yerleşik tüm uluslararası ve ulusal hukuk uygulamalarının, yasal düzenlerin, emsal kararların aslında tümüyle ihlal edildiğini ifade etmek mümkün. Bunların tümü ayaklar altından alınarak komplo gerçekleştirildi.
Öcalan neden özellikle Kenya’ya götürüldü?
Sayın Öcalan bir Avrupa ülkesinde kalmak istedi. Temel nedeni de aslında Kürt meselesinin demokratik çözümü için bir zemin yaratmaktı. İtalya'da, Rusya'da, Yunanistan'da iltica başvurularında bulundu. Ama gerçekten korsanca bir tutumla öncelikle Kenya'ya kaçırıldı. Bunun nedeni de Sayın Öcalan'ın bir Avrupa ülkesi üzerinden Türkiye'ye teslim edilmek istenmemesiydi. Avrupa dışından teslim edilme ile ilgili bir eğilimin olduğunu da ortaya koyuyor. Bu büyük hukuksuzluğu bir Afrika ülkesi üzerinden gerçekleştirerek, sözde hukuk devleti imajlarını korumak istediler. Dolayısıyla komplo güçlerinin bunu böyle planladığını çok net bir şekilde görüyoruz. Avrupa'dan bir Afrika ülkesine çıkarılıyor ve oradan da korsanca Türkiye'ye teslim ediliyor.
Kenya süreci öncesi İmralı'daki cezaevinin hazırlandığı biliniyor. Bu da komplonun parçası mıydı?
4 Şubat'tan itibaren İmralı Adası boşaltılmaya başlandı. Askeri yasak bölge ilan edildi. Bu da komplonun bir parçası olarak gelişti. Komplodaki hukuksuzluk ubrada da devam ettirildi.
Eskiden yarı açık cezaevi olan İmralı Adası Sayın Öcalan için hazırlanmış oldu. Sayın Öcalan, Kenya'ya götürüldükten kısa bir süre sonra, sanırım 4 Şubat’tan itibaren İmralı Adası adım adım boşaltılmaya başlandı. Askeri yasak bölge olarak ilan edilen ve Milli Güvenlik Kurulu'na bağlı kriz merkezinin yönetimine alınan, havadan ve karadan yasak bölge ilan edilen bir adaya Sayın Öcalan getirildi ve adım adım yeniden inşa edildi. Ada hapishanesinin idari ve hukuki rejimi de yeniden düzenlendi. Bu da komplonun bir parçası olarak gelişti. Komplodaki hukuksuzluk kendisini İmralı'da da devam ettirdi aslında. İmralı bu hukuksuzluğun bir sonucu ve aynı zamanda bir devamıdır. Her türlü hukukun ayaklar altına alındığı bir ada olarak inşa edildi.
Yargılama sürecinde AİHS'in 6'ncı (adil yargılanma hakkı) maddesi çerçevesinde belirlenen kriterler karşılandı mı?
Sayın Öcalan bu adada inşa edilen bir mahkeme salonunda yargılamaya tabi tutuldu. Dolayısıyla bu arka plan eşliğinde baktığımızda oradaki bir yargılamanın da adil olamayacağı zaten belliydi. Avukatların yargılama sürecinden önce Sayın Öcalan'ın yanına gidememesi, görüşme olanaklarının olmaması, görüşmelerin kısıtlanmış olması ve denetimde olması oradaki hukuki çerçevenin de önceden nasıl belirlendiğini ortaya koyuyor. Sayın Öcalan getirildikten bir gün sonra avukatları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne 16 Şubat 1999'da bireysel başvuruda bulundu. AİHM Büyük Daire, 12 Mayıs 2005 tarihinde Sayın Öcalan ile ilgili kararını verdi. Bu kararını verirken birkaç noktada sözleşmenin ihlal edildiğini ortaya koydu. Bunlardan bir tanesi de tabi adil yargılama maddesinin ihlalidir. Tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanmadığı, zamanında bir yargıç önüne çıkarılmadığı, adil olmayan bir yargılama sonucu ölüm cezasına çarptırıldığı gerekçesiyle ihlal kararı verildi.
Dava sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Sayın Öcalan'la ilgili 17 bin sayfalık bir iddianame ve ekleri oluştu. Bu 17 bin sayfalık dava dosyası avukatlara 15 Mayıs'ta verildi. Mahkeme de 31 Mayıs'taydı. Yani o 17 bin sayfayı 15 gün içerisinde inceleyip mahkemeye hazırlanmanın mümkün olmadığı, bu mahkemenin aslında göstermelik karakterini de ortaya koyuyor. Aynı şekilde avukatların dava boyunca baskı altına tutuldukları, hiçbir taleplerinin yerine getirilmediği, delillerinin, kapsamlı araştırma taleplerinin, şahit gösterme ve dinletme taleplerinin kullanılmadığı bir süreç yaşandı. Nitekim son savunma için en fazla 15 günlük bir süre verilerek, 31 Mayıs ile 29 Haziran arasında tamamlandı.
Bahsettiğiniz hususlar 26 yıl boyunca hep gündemde oldu. Bu uygulamaların uluslararası hukuka aykırı ve yargısal dayanaklardan yoksun olduğunu söyleyebilir miyiz?
AİHS’in 5’inci maddesi özgürlük ve güvenlik hakkını düzenliyor. Bir insanın özgürlükten mahrum edilebilmesinin ancak bir yargı kararıyla, hukuka uygun bir yargı kararıyla olabileceğini söylüyor. Sayın Öcalan'ın Yunanistan’a geldikten itibaren maruz kaldığı bu süreci dikkate aldığımızda, Sayın Öcalan aslında herhangi bir yargısal, yasal ve hukuki zemin olmadan Türkiye'ye kaçırılarak getirildiği için aslında yasal olmayan bir şekilde özgürlükten mahrum edilmiştir.
AİHM'e 5’inci maddeye dönük de bir başvurumuz vardı ama bu maddeyi çok kapsamlı bir şekilde incelemeye tabi tutmadan reddetti. Bunun nedenini anlamak mümkün tabi. Çünkü Sayın Öcalan'ın yasal bir dayanak olmadan tutuklanması, esir tutulmasının temel nedeni Avrupa hukukunun kendisi olduğu için AİHM bu meseleye çok kapsamlı bir şekilde girmedi. Türkiye içerisindeki yargılamanın adil olmadığını kabul ederek ve ihlal kararı vererek kendince hukuksal fotoğrafı böylece tamamlanmış oldu. 2014 yılında Sayın Öcalan'a dair AİHM'in verdiği bir karar var. Bu "umut hakkı" ile ilgili bir karar. O kararda ayrıca bir başka ihlal de var. O da üçüncü maddenin ihlali. Sayın Öcalan'ın 15 Şubat 1999'dan 2009'a kadar kaldığı süreyi ele alıyor mahkeme 2014 tarihli kararında. Onun da işkence ve kötü muamele ile ilgili maddenin ihlali olduğunu söylüyor.
Öcalan, yaptığınız görüşmelerde komployu nasıl değerlendirdi?
Sayın Öcalan komplonun temel nedeni olarak küresel güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesinin bir parçası olarak değerlendirmiştir. Tüm yoğunlaşması da bu uluslararası komplonun nasıl boşa çıkarılabileceğine yönelik oldu.
Sayın Öcalan'ın maruz kaldığı uluslararası komplo, esasında politik stratejik bir meseledir. Zaten Sayın Öcalan getirildiği ilk günden bu yana bunu ifade etmiştir. Küresel güçler, Kürt ve Kürdistan dinamizminin Ortadoğu'da yapılacak yeniden düzenlemenin önünde bir engel oluşturmaması amacıyla Kürt özgürlük mücadelesi ve onun önderini bir komplo ile Türkiye'ye teslim etmiştir. Bu anlamda Sayın Öcalan komplonun temel nedeni olarak küresel güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesinin bir parçası olarak değerlendirmiştir. Hatta o zamanlar bu süreçten günümüze kadar olan süreci de bir tür 3’üncü Dünya Savaşı olarak ifade etti. Orada ABD'nin Irak'a yönelik müdahalesi öncesiydi. Sonra 'Suriye'ye yönelik müdahale' dedi. Bu sürecin aslında kendisini sürdürdüğünü görüyoruz. Ama bu müdahalenin başlangıcını biraz da 15 Şubat komplosuyla birlikte gerçekleştirdiğini de ifade etmek isterim. Temel, çok kapsamlı bir değerlenmesi oldu. İlk getirdiği günlerden itibaren uluslararası komplo nedenleri ve sonuçları üzerine görüşlerini ifade etti.
Hatta tüm yoğunlaşması da bu uluslararası komplonun nasıl boşa çıkarılabileceğine de yönelikti. Zaten İmralı'da geliştirdiği savunma sistemi ve paradigmasının komploya karşı direniş stratejisi olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu temelde geliştirilen yeni paradigma, hem Türkiye'de uluslararası komplonun sonuca ulaşmamasını hem de Ortadoğu'da Sayın Öcalan'ın bu paradigmasının etkilediği yeni gelişmelerin de açığa çıkmasına yol açmıştır. Sayın Öcalan, İmralı’da o katı tecrit koşullarında geliştiği stratejiyle Kürt halkına ve diğer halklara büyük bir alan açmıştır.
İmralı'daki uygulamaların devletin Kürt sorununa yaklaşımıyla ne gibi bir bağı var?
Komplo ve İmralı rejimini, tarihsel Kürt meselesi içerisinde ele almamız gerekiyor. Türkiye, İmralı'da geliştirdiği bu özel idari ve hukuki rejimi Kürt meselesine bir yaklaşım olarak gelişirdi. Sayın Öcalan’a yönelik İmralı'da uygulanan tüm baskı ve hukuksuzluk uygulamaları esasında Kürt halkına da reva görülen uygulamalar olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. İmralı sistemi adeta Kürt meselesinin mikro düzeyde icra edildiği, devletin Kürtlere yaklaşımının Sayın Öcalan şahsında hayata geçirildiği bir mekân olma karakterini taşıyor. Son derece keyfiliğe dayanan, politik koşullara göre derinleşen ve genelleşen bir özel idari ve hukuki rejim olduğuna kuşku yok. Dolayısıyla Sayın Öcalan’a yönelik öngörülen bu hukuk dışı sistem, Kürtler için düşünülen yaşam modelinin mikro düzeydeki yansımasıdır.
Öcalan'a uygulanan özel rejim İmralı'yla sınırlı kalmadı. Kürtlere savaş ve Türkiye'ye otoriterleşme olarak sirayet etti.
Bununla birlikte Sayın Öcalan’a uygulanan İmralı özel rejiminin özellikle 2015'ten sonra İmralı'yla sınırlı kalmadığını ve tüm Türkiye'ye yayıldığını gördük. Türkiye'nin, İmralı'da öğrenilen idari ve hukuki rejimle yönetilmeye başlandığını ve bugün içinde olduğumuz durumun daha önce İmralı'da başlatıldığını görmemiz gerekiyor. İmralı idari ve hukuk rejimi bir Türkiye modeli olarak hayata geçirildi.
İmralı sistemi dışarıdaki politik koşullara göre kendi içerisinde belli bir esneklik taşıyor. Kısmen aile ve avukat görüşünün yapıldığı dönemler oldu ama özellikle 2021'den itibaren 4 yıl kendisine hiç haber alamadığımız koyu karanlık bir dönemi de yaşadık. Özellikle 2015'ten sonra giderek katılaşan tecrit ve uzun süre devam eden haber alamama durumu, dışarıda da Kürt toplumuna yönelik çok derin bir savaş, şiddet ve soykırım süreci olarak devam etti. İmralı'da tecridin derinleştirmesi, Türkiye'de otoriterliğin gelişmesine büyük hizmet sundu. Bu açıdan komplo ile birlikte başlayan ve Sayın Öcalan üzerinde devam eden bu mekanizma, Kürtlere savaş ve Türkiye otoriterleşme olarak sirayet etti.
Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğü bahsettiğiniz savaş ve otoriterleşmeye nasıl etki eder?
Kürt halkının onu kendi önderliği olarak görüyor olması, baş müzakereci olarak görüyor olması, onun ağırlığını ve onunla ilgili uygulamaların etkisini gösteriyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın özgürleşmesi, özgür, sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamaya başlaması, sadece komplonun ilk gününden bugüne kadar devam eden bu hukuksuzluğun sona erdirmesi değil, aynı zamanda onunla birlikte Kürt siyasetinde ve Türkiye içerisinde de bir dönüşüme yol açacaktır. Sayın Öcalan'a yönelik yoğunlaşmış bu şiddet, baskı ve özel tecrit sisteminin aşılması, aynı zamanda sonuçlarını da ortadan kaldıracak. Kürt meselesinde şiddet ve baskı dışında yeni bir yolun açılmasına ve Türkiye'de giderek derinleşen bu otoriter rejimde ciddi esnemeler ve aşılmalar yaratma potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.
Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü Ortadoğu coğrafyası için ciddi olumlu etkilere, morale, umuda ve pratik sonuçlara yol açacak. Küresel dünya açısından da umut verici bir gelişme olacak.
Bu açıdan başlatılan bu son süreçte eğer Sayın Öcalan'ın olanakları genişletilir, onun özgür ve güvenli bir ortamda çalışma koşulları yaratılırsa çok büyük bir gelişme yolu açacağını şimdiden söylemek mümkün. Kaldı ki Sayın Öcalan'ın özellikle içeride yarattığı düşünsel direniş ve onun yaratığı paradigma, Rojava Devrimi şahsında, Ortadoğu’da ve küresel çapta da bir ilgi gördü. Sayın Öcalan, ürettikleriyle aslında tüm ezilen halkların, yok sayılanların, kimliği elinden alınanların tümüne hitap eden, küresel bir sese, küresel bir öncülüğe, bir önderliğe dönüştü. Onun özgürleşmesi aynı zamanda Rojava Devrimi, Ortadoğu coğrafyası için de ciddi olumlu etkilere, morale, umuda ve pratik sonuçlara yol açacak. Küresel dünya açısından da umut verici bir gelişme olacak.
Bu durum, demokratik bir devrimi tetikleyebilecek sonuçları da ortaya çıkarabilir diye düşünüyorum. Sadece Sayın Öcalan'ın temsil noktası üzerinden söylemiyorum. Demokratik ortam yaşam stratejisinin yanı sıra uzun yıllara yayılan barış, çözüm ve demokratik mücadele birikimine ihtiyaç var. Sayın Öcalan'ın konuşabildiği, sesini dünyaya duyurabildiği, kendisini ifade edebildiği her ortamda aslında tüm kesimler için bir umut yarattığını ifade etmek istiyorum.
Bu süreçle ilgili elbette herkes gibi bizim de kaygılarımız var. Ancak bizim açımızdan umudun kaynağı; Sayın Öcalan'ın bu 30 yılı aşkın demokratik mücadele birikiminin, barış ve çözüm stratejisinin yarattığı, derinleştirdiği ve felsefi, siyasal, ideolojik, stratejik temellere kavuşturduğu paradigmasına ve tüm halkların özgürleşmesi konusunda ortaya koyduğu bu mücadeleye duyduğumuz güvenden ibaret. Umudun kaynağı burası. Eğer bu gerçekleşirse ve Öcalan özgürleşirse yaratacağı umutla birlikte büyük bir demokratik gelişmenin önü açılacak. Demokratik gelişmenin motor gücü haline gelecektir. Kendisiyle birlikte tüm ilerici insanlığı da daha umutlu bir geleceğe sürükleyecektir.
MA / Fırat Can Arslan