ANKARA - Hewlêr Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz, Türkiye'nin önünde 2 seçeneğin olduğuna işaret ederek, "Ya Kürtler ile ittifak yapacak ya da bir soykırım operasyonuna girişecek. Rasyonel olan ittifak yapmaktır" diye kaydetti.
Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırı sonrası İsrail'in Gazze, Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırılar, Suriye'de rejimin düşmesi Ortadoğu'nun yeniden dizayn edileceği değerlendirmeleri beraberinde getirdi. Bu dizayn sürecinin nasıl olacağı, sınırların korunup korunmayacağı gibi birçok belirsizlik de yerini korurken, coğrafyaları 4 ulus devlet arasında parçalanan Kürtlerin bu süreçten nasıl etkileneceği ya da süreci nasıl etkileyecekleri de tartışılan konular arasında. Ortadoğu ile Kürt sorunuyla yakından ilgilenen ve geçtiğimiz günlerde Şam ve Kuzey ve Doğu Suriye'yi ziyaret eden eden Hewlêr Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz, Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
Hamas'ın İsrail'ye yönelik saldırıları sonrası İsrail'in Filistin, Lübnan en son da Suriye'ye yönelik saldırıları, bu gelişmelere dair Ortadoğu sınırlarının yeniden çizileceği yorumları yapılıyor. Ortadoğu'da sınırlar yeniden mi çiziliyor? Bunun verileri var mı?
Ortadoğu'da sınırların değişme ihtimali ve tartışması, 90'lardar beri gündeminde. En son Arap Baharı sırasında da gündeme gelmişti. Peki, bu güne kadar neden olmadı? Bana göre; bunun olmamasının en önemli nedenlerin başında da uluslararası toplumun tavrı geliyor. Uluslararası toplum, statükonun korumasından yana tavır aldı. İster askeri ister diplomatik olsun her türlü müdahalelerle bunun korunmasını istedi. Başarısız ve çökmüş devlet durumlarına rağmen, bunda ısrarcı oldu. Ancak bu gün farklı ve önemli bir değişiklik var. O da başta ABD'nin bu statükonun korunmasını mümkün kılacak gerekli askeri ve diplomatik angajmanını ne kadar sürdüreceği konusundaki şüpheler.
Bu şüpheleri doğrulayacak veriler var mı?
En azından Trump döneminde böyle niyet ve heves taşımadıklarını biliyoruz. Bu bağlamda Avrupa böyle bir boşluğu doldurabilir mi? Yani statükonun devamını gerektirecek askeri, diplomatik angajmana girer mi? Avrupa'nın ne birleşik bir askeri gücünün ne birleşik bir dış politikasının olduğunu görüyoruz. Böyle bir güce sahip olmadığını da görüyoruz. Tabii kuşku yok, Çin ve Rusya statükonun devamını ister. Onların farklı önceliğinin olduğunu biliyoruz. Hal böyle olunca bundan sonra Ortadoğu'da sınırların korunması için gerekli olan bir bölgesel aktörler arası uzlaşmadır. Bu bölgesel aktörlere kalmış bir külfet. Bunun ortaya çıkıp çıkmayacağını henüz bilmiyoruz. Ayrıca, bu aşamada sınırların korunmasını güçleştirecek ve revizyonist bir dış politika izleyen iki ülke var: Bunlar da Türkiye ve İsrail. Bu bağlamda Suriye bir anlamda bir test alanı olacak.
Şu anda Ortadoğu'da en etkin ve en çok konuşulan hareketlerin başında Kürt hareketleri geliyor. Kürtlerin, güçlü bir ulus devlet eleştirisi bulunuyor. Ortadoğu'daki sorunlar ve dengesizlikler, ulus devlet pratiğinden mi kaynaklanıyor, yoksa başka nedenler mi etkili?
Ortadoğu'daki şiddet sarmalının yüzyıldır devam edişinin en temel ve kapsayıcı açıklaması şöyle yapılabilir: Burada kurulan devletler, toplumsal sözleşmeye dayalı kurulmadılar. Yukarıdan aşağıya bir siyasi mühendislik ile ve yanı sıra daha da geriye gidersek kolonyal güçlerin kendi aralarında güç paylaşımına dayalı bir denge kuruldu. Dolasıyla da bu şiddetin, dengesizliğin nihai olarak sonlanmasının mümkün kılacak temel şart, herhalde aşağından yukarıya toplumsal sözleşme ile devletlerin kurulmasıyla mümkün olacaktır. Bu, mevcut sınırlar içinde devletlerin, rejimlerin değişmesi yoluyla da olur. Başka türlü de olabilir.
Suriye'de hala yeni diyebileceğimiz bir durum var. HTŞ, büyük bir bölümünü kontrol etti. Kimileri, "HTŞ eliyle Suriye altın tepside Türkiye'ye sunuldu" diyor. Böyle bir durum var mı?
Suriye'nin altın tepside Türkiye'ye sunulduğunu düşünmüyorum. Hiç kuşkusuz Türkiye böyle fırsat anı yakaladı, ama illaki Türkiye'ye altın tepside sunuldu anlamına gelmiyor.
Ben Suriye'nin altın tepside Türkiye'ye sunulduğunu düşünmüyorum. Hiç kuşkusuz Türkiye böyle fırsat anı yakaladı, ama illaki Türkiye'ye altın tepside sunuldu anlamına gelmiyor. Ortadoğu'ya yönelik dış müdahaleler, niyet edilmeyen sonuçlar da doğurabiliyor. Bu bağlamda, Suriye'de Türkiye'nin elde ettiği avantajlar eğer niyet edilmeyen bir sonuç değilse Ortadoğu'daki önceliklere bağlı olarak bazı çıktıların göz ardı edilmesine bağlayabiliriz. Bu dış müdahale, Suriye'de öncelik olarak Rusya ve İran'ın kontrolünü sonlandırma isteğinden oldu. Nihai hedefler gözetildiğinde göz ardı edilebilecek bir çıktı olarak da düşünülebilir. Türkiye'nin NATO üyesi olmasından kaynaklı yönetilebilir bir pozisyonda duruyor. Türkiye'nin oradaki varlığı, Rusya ve İran ile karşılaştırıldığında daha yönetebilir bir durum olarak görülüyor. Ortaya çıkan durumu altın tepside sunulmasından ziyade niyet edilmeyen bir sonucun ya da önceliklere bağlı olarak da göz ardı edilebilir çıktı olarak görebiliriz.
İngiltere sahada çok aktif görünmese de son dönemde en çok adı geçen ülkelerden biri. Yeni Suriye'nin İngiltere tarafından dizayn edildiği konuşuluyor. İngiltere'nin bölgedeki etkisi ve rolü nedir? Böyle bir durum gerçekten var mı? İngiltere, Suriye için ne planlıyor?
Suriye Doğu Akdeniz'in güvenliği açısından çok önemli bir yerde. Dolasıyla İngiltere'nin Kıbrıs'taki avantajlarının Suriye üzerinden konsolide etme çabası son derece anlaşılabilir.
İngiltere'nin Suriye'yi dizayn ettiği iddia etmek, iddialı bir iddia olur. Bunu henüz söyleyebilecek durumda değiliz. Hiç kuşkusuz İngiltere de o dış müdahale dediğimiz, işte ABD, Fransa ve Türkiye gibi ülkeler arasında muhakkak sayılmalı. Ama Suriye'deki halı hazırdaki durumunun İngiltere'nin inisiyatifinde şekillendiğini sadece İngiltere'nin inisiyatifinde şekillendiğini söyleyemeyiz. Ancak İngiltere çok kutuplu dünya düzeninde tam da ABD'nin Ortadoğu'dan ilgisinin azaldığı bir dönemde Ortadoğu'daki tarihsel ve siyasi sermayesini yeniden konsolide ederek çok kutuplu dünya düzeninde yerini güçlendirmeye dönük bir refleks göstermesi anlaşılır bir şey. Bir de Suriye'nin bu bağlamda şöyle bir özelliği var: Suriye Doğu Akdeniz'in güvenliği açısından çok önemli bir yerde. Dolasıyla İngiltere'nin Kıbrıs'taki avantajlarının Suriye üzerinden konsolide etme çabası son derece anlaşılabilir. İngiltere'nin bu niyetler ile bu motivasyon ile Suriye denklemine dahil olduğunu hatta bu dahlini Irak üzerinden Ortadoğu'ya ölçeğinde genişletmeye hedefleyebileceğini düşünebiliriz. Ama bu ne Suriye'nin ne de Ortadoğu'nun bundan böyle İngiltere'nin elinde tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi çok ileri bir iddiaya zemin sunacak kadar veri yok.
Kürtlerin konumu da çok tartışılıyor. Kürtler, İngiltere'de federasyon vurgusu yaptı. Kürtlerin Suriye için bu çıkarımı, küresel ve bölgesel dengeler açısından gerçekçi geliyor mu? Bu olabilir mi?
(Özerklik) Bu çerçeveden baktığımızda aslında ne Suriye'deki Şam yönetiminin bundan da daha önemlisi hiçbir aktörün, Türkiye dışında kategorik olarak böyle bir talebe karşı olmadığını görüyoruz.
Gördüğüm kadarıyla Kürtler, federal bir Suriye konusunda ısrarcı değiller. Belki yanlış da anlıyor olabilirim. Ama federal bir Suriye bir alternatif. Kürt siyasi aktörlülerinin Suriye'de bu yönlü ısrarlarının olduğu izlemine kapılmadım. Halı hazırdaki Rojava Özerk Yönetimi'nin Suriye'ye entegre edilmesine kapı aralamak ile birlikte mevcut özerk idari ve askeri biçimi koruma ısrarının olduğunu görüyoruz. İşin açıkçası öneriler son derece makul ve uzlaşmacı. Müzakerelere kapıyı kapatan bir tutum almıyor. Talepleri de son derece makul. Şimdi bu çerçevede sadece bunu talep eden Kürtler olmadığını da herkes, her seferinde akılda tutması gerekiyor. Güney'de Dürziler de benzer bir talep ile gündeme geliyorlar. Bu çerçeveden baktığımızda aslında ne Suriye'deki Şam yönetiminin bundan da daha önemlisi hiçbir aktörün, Türkiye dışında kategorik olarak böyle bir talebe karşı olmadığını görüyoruz. Ayrıntılar müzakere edilebilir. Ama kategorik olarak Rojava Yönetimi'nin ya da Dürzilerin gündeme getirdiği özerkliğe reddeden bir pozisyonu, ne Şam bu güne kadar aldı ne dış aktörlerin yaklaşımına baktığımızda böyle bir tutum görüyoruz. Bu bağlamda da sanıyorum bu yeni başlayan süreç ya da Abdullah Öcalan'ın bu sürece müdahalesi bu konuda nasıl bir yol alınabileceği konusunda bize bir gösterge sunacak.
Kürtlerin talebi Suriye'nin rengine uygun bir alternatif mi?
Açık söyleyeyim, şu anda Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlamak, Suriye'de istikrar yönetimini oluşturmanın tek yolu gibi görünüyor. Sadece Kürtlerin ve Dürzilerin taleplerinin karşılanması değil, aynı zamanda Ortadoğu'daki diğer örnekleri üzerinden ya da HTŞ dediğimiz yönetimin zorlukları, kısıtlıkları ve becerilerini göz önünde bulundurduğumuzda Suriye'de istikrarın ancak böyle bir özerk veya federal sistemler çözüm olabilir. Tabii, sadece bununla da kalınmamalı. Toplumsal sözleşme, anayasa ve hukuki güvence de şart.
Kuzey ve Doğu Suriye'deki halk ne düşünüyor, talepleri ne?
Rojava'da ister Kürt ister Arap ister Ermeni ister Ezîdî ister diğer halklardan kişilerin öncelik olarak üç talebi var. En azından seyahatim sırasında gördüğüm kadarıyla birincisi Türkiye saldırılarının durması. Bu halihazırda Rojava yönetimi altında yaşayan tüm halkların en birincil önceliği. İkincisi ise hem Suriye dışına göç etmek zorunda kalmış hem de Suriye'nin Kuzey'de yerlerinden edilmiş insanların topraklarına, evlerine dönmesi. Üçüncü ise Rojava Özerk Yönetimi çerçevesinde işte 13 yıldır deneyimledikleri öz yönetim ve öz savunma deneyimlerini barışçıl yollar ile Suriye'nin bütününe yaymak ve yapılacak anayasa ile güvenceye kavuşturmak. Bu üç maddeyi Rojava yönetiminde yaşayan sadece Kürtlerin değil, halkların ortak beklentisi.
Şu anda en çok konuşulan konular arasında Kürtler arasındaki birlik de yer alıyor. Kuzey ve Doğu Suriye'den Mazlum Abdi, Mesut Barzani ile görüştü. Belli ki temaslar arasında bir ivme var. Buna yol açan etken nedir? Eğer etkileşim genişlerse, bölgeye etkisi ne olur? Her iki bölgenin geleceğine yönelik nasıl bir etki eder?
Kürt-Kürt ittifakının tarihsel olarak da temelde iki dinamik üzerinden şekillendiğini görüyoruz. Bir tanesi iç dinamikler. İç dinamikler açısından bir kere şunu öncelikle söyleyelim: Kürt siyasal alanında toplumsal taban Kürtler arasında ulusal birliğin, ittifakın gerçekleşmesi için aşağından yukarıya oldukça güçlü bir talepte bulunuyor. Bu, yeni bir talep de değil. Fakat geçtiğimiz 10 yıl boyunca Kürt siyasal aktörleri arasında güç dengelerinin bozulmasına bağlı olarak bu ulusal birliğin sağlanamadığı anlardan geçtik.
Bir diğer dinamik ne?
Kürt-Kürt ittifakının en azından Başur ve Rojava bağlamında kaçınılmaz ve muhakkak bir an önce gerçekleşmesi gereken bir zorunluluk haline geldi.
Şimdi ise Esad rejiminin düşmesi ve Suriye'de meydana gelenler, Ortadoğu ölçeğindeki olası yansımaları bunun yanında küresel düzlemde ABD'nin başını çektiği yeni durum da Kürt-Kürt İttifakının en azından Başur ve Rojava bağlamında kaçınılmaz ve muhakkak bir an önce gerçekleşmesi gereken bir zorunluluk haline geldi. Ayrıca dış aktörlerin çıkarları bağlamında da Kürt-Kürt İttifakının gerekli olduğu durumlar var. En kabaca tarif etmek gerekirse 98'de Washington uzlaşmasıyla YNK ve KDP arasında birliğin sağlanması böyle bir ana tekabül eder. Ya da İŞİD ile savaş sürecinde Dûhok Anlaşması böyle bir zamana denk gelir. Dolasıyla şu anda böyle bir Kürt-Kürt İttifakının zaruri olduğu ortaya çıkıyor. Bu iki dinamik; Kürtler arası diyaloğa, ittifaka ivme kazandırdı.
Son dönemlerde Irak da çokça gündemde ve sıranın Irak'a da geleceği konuşuluyor. Siz de bölgedesiniz Irak'ı Suriye gibi bir kader bekliyor mu?
Esad ilk düştüğünde bu tehlikenin çok daha yakın olduğu bir anda idik. Fakat o süreçten sonra özellikle İran'ın izlediği politika Irak'ın Suriye'deki gelişmelere karşı görece korunaklı bir alanda kendisini konumlandırmasına yardımcı oldu. İran birçok konuda, örneğin burada desteklediği Haşdi Şabi gibi vekil güçleri ile ilişkileri ya da onların Suriye'deki değişime verdiği tepkilerin daha ılımlı olması yönünde aldığı tutum nedeniyle Irak Suriye'de yaşananların doğrudan tetiklediği bir çatışma alanına dönüşmedi. Ancak şöyle bir durum da var. Trump yönetimin açıkladığı, maksimum baskı politikası çerçevesinde şu ana kadar korunaklı görünen Irak sahasının nasıl şekilleneceğini bu politikalarının nasıl seyredeceğine bağlı değişimler de olabilir. Şunu sanırım net söyleyebiliriz: Irak sahasında en başta da tartışmalı alanda hala Haşdi Şabi kontrolündeki bölgede İran'ın etkisinin kırılmasına dönük gelişme bekleyebiliriz. Haşdi Şabi'nin tartışmalı alandaki kontörlünün geri döndürülmesine dair, nasıl bir tavır alacak, bu, Iraktaki yansımalarını belirleyecektir. Altı çizilmesi gereken ikinci gelişme ise Esad rejiminin düşmesi sonrası buradaki Sünni gruplar. Son 10 yıldır, İŞİD ortaya çıktığından beri, olağanüstü bir dağınıklık içine girdiler. Seçimlerden sonra kendi içlerinde, birlik içinde olan taraflar da birbirleriyle çatışır duruma geldi. Esad düştüğünden beri de Sünni Arap aktörler arasında yeniden bir araya gelme ve Sünni Arap bloğu oluşturma yönünde önemli inisiyatifler alınıyor. Bunu not düşmek gerekiyor. Sünni bloğun bu yılın sonunda Irak'ta yapılacak seçimlere dönük nasıl hamleler yapacağı ya da seçimlerin nasıl sonuçlanacağı gibi göstergeler bize Suriye'de yaşananların Irak'a yansımaları konusunda fikir verecektir.
İran'a dönük küresel müdahale kaçınılmaz görülüyor. Buna dair veri ve göstergeler de çok. Böyle bir durumda oradaki Kürtlere getirisi götürüsü ne olacak?
İran, genel olarak çok ciddi toplumsal alt üst oluş yaşıyor. İçerde toplumsal huzursuzluk, ayaklanma potansiyeli en büyük tehdit. Hatta İsrail'in bir operasyon ki halı hazırda maksimum baskı politikasına karar verildiğine göre bu operasyon ihtimali bir süreliğine bertaraf edilmiş bile olabilir. Dolaysıyla içerde de çok ciddi bir tehdit var. Ama sonuçta İran'daki Kürtlerin geleceğini, rejimin yıkılıp yıkılmayacağı ya da reform nihayetinde bazı tavizler verip vermeyeceği ya da yumuşama yoluna gidip gitmeyeceğine bağlı olarak şekillenecek gibi duruyor. Ama sanırım şunu söylemek yerinde olur. Bakın ne Irak'ta Saddam'ı ne de Suriye'de Esad'ı yıkan Kürtler olmadı. Buna dayanarak İran'ın kendi iç dinamiklerini gözeterek, eğer İran'da bir rejim değişikliği olacaksa da bunu Kürtlerin yapacağını söylemek çok iddialı olur. Dolasıyla da İran rejimini tayin edecek birçok dinamik var. Bana kalırsa Kürtler bu dinamiklerin başında gelmiyor. Günün sonunda Kürtlerin İran'daki durumunda bir değişiklik öncelikle rejimin nasıl bir yol alacağına bağlı olacaktır.
Bütün bu gelişmeler vuku bulurken yeni diyebileceğimiz bir süreç başladı. Sürecin ilk başlarında DEM Parti, süreci Ortadoğu'dan bağımsız ele almadıklarını söyledi. Ayrıca Bahçeli de Erdoğan'ın tekrardan Cumhurbaşkanı seçildiği 28 Mayıs 2023'te, "Bölgede her şey değişecek. Sınırlar değişecek. Umarım Türkiye değişmez" minvalinde ifadeler kullandı. Ortadoğu'da ne oluyor da Türkiye böyle bir sürece "Evet" dedi?
Bu sorunun cevabı bence artık çok net. Ekim'de acaba iç dinamikler mi Türkiye'yi böyle bir süreci başlatmaya itti, yoksa dış faktörler mi, sorusu hakimdi. Bence bu tartışma yeterince yapıldı ve nihayet bu sürecin tarafları, aktörlerin yaptığı açıklamalara da dayanırsak Ortadoğu'daki dış faktörlerin sürecin başlamasına neden oldu diyebiliriz.
Türkiye kendisinden yani bölünme korkusundan böylesi bir süreci başlattı?
Türkiye'nin önünde Kürtler bağlamında iki seçenek var: Ya Kürtler ile ittifak yapacak ya da İsrail'in Gazze'de yaptığı bir soykırım operasyonuna girişecek.
Ortadoğu'da statükonun korunmasını garanti edecek bir güç hali hazırda yok. Bu ancak Ortadoğu'daki bölgesel aktörler arası bir uzlaşma ile mümkün olabilecek gibi görünüyor. Halı hazırda İsrail ve Türkiye'nin izlediği revizyonist politikalar ise uzlaşmanın sağlanmasını güçleştiriyor. Şimdi böylesi bir tabloda Türkiye'nin aldığı pozisyona baktığımız zaman Türkiye olası tehditlere karşı her şeyden önce sınırların ötesinde bir askeri ve siyasi nüfus oluşturarak bir pozisyon almayı stratejik mecburiyet olarak görüyor. İster sınırların değişmesi olsun, ister Ortadoğu'daki güç değişmesi olsun, isterseniz Ortadoğu'da geçen enerji yollarının değişmesi olsun sonuçta her türlü olasılığa karşı benim anladığım Türkiye sınırlarının ötesindeki zaten hali hazırda mevcut olan askeri ve siyasi nüfusunu konsolide etmeyi ve mümkün ise genişletmeyi hedefleyen bir stratejik akıl ile hareket ediyor. Şimdi böyle bir pozisyondaki Türkiye'nin önünde Kürtler bağlamında iki seçenek var: Ya Kürtler ile ittifak yapacak ya da İsrail'in Gazze'de yaptığı bir soykırım operasyonuna girişecek. Böyle bir operasyon uluslararası hukuk, insani boyutu bir tarafa sonuçları çok da kolay tahmin edilemez. Çıktıları olabilecek bir sonsuz savaşın kapasını aralamak anlamına gelecektir. Zaten rasyonel olan Kürtler ile bir ittifak yapmaktır. Ki Türkiye her ne kadar sürecin ne şekilde işleyeceği konusunda henüz emin olamasa da bu tercihin rasyonel olduğunu kanaat getirmiş olacak ki böylesi bir süreci başlattı. Umalım ki bu ittifak süreci sonuçlansın. En azından 21'inci yılda barış ve çözüm zemini bu ittifak üzerinden kurulsun.
Bu göstergeleri göz önünde bulundurduğumuzda Ortadoğu'da bir Kürt-Türk İttifakı kurulabilir mi sizce?
Abdullah Öcalan'ın Kürt-Türk ittifakının stratejik bir öncelik olarak belirlediği bir durumda hiç kuşkusuz sözünü ettiğim opsiyonlar karşısında Kürt-Türk ittifakının da yapılabilirliği var.
Kürtlerin Türkiye dışında da halı hazırda farklı ittifak opsiyonları var. Öncelikle Kürtlerin kendi aralarındaki ittifak girişiminin altı çizilmeli. Araplar ile ittifakı var. Irak ve Suriye'de Araplar ile birlikteler. Öyle ya da böyle Suriye ve Irak hala birer Arap devleti. Dolasıyla da Kürt-Arap ittifakı bir başka ve güçlü opsiyon. Bunun da ötesinde Ortadoğu'daki yeni güvenlik mimarisinin artık Körfez'in ve İsrail'in dengesinde kurulacağına büyük ölçüde eminiz. Ortadoğu bu denge üzerine kurulacak ise bu dengenin tarafları ile de Kürtlerin bir ittifak yapması bir tercihten öte bir mecburiyet gibi duruyor. Eğer bu düzen içinde yer almak gibi bir politika geliştirilecek ise. Bunları niye anlatıyorum? Kürtler ile Türklerin ittifakı ciddi zorlukları ciddi karşıtlıkları olan bir konu. Ama öbür taraftan da Türk-Kürt ittifakı bağlamında düşündüğümüzde şöyle tarafları da var: Kürtlerin üçte bir nüfusu zaten Türkiye'de yaşıyor. Öbür tarafta ne kadar dönüşüme de uğrasa hala Kürtlerin yüzünün dönük olduğu hala üzerinde bir şey inşa edilebilecek kırıntıların olduğu bir durum yaşanıyor. Coğrafi anlamda da Kürtlerin ve Türklerin ittifakının mecburiyet doğuran bir tarafı var. Bir diğer taraf ise tarihsel arka planı, kültürel geçişkenlik. Dolasıyla bunların tümünü bir araya koyduğumuzda ve bunun üstüne nihayetinde Kürt siyasal aktörlerinin en başta da Abdullah Öcalan'ın Kürt-Türk ittifakının stratejik bir öncelik olarak belirlediği bir durumda hiç kuşkusuz sözünü ettiğim opsiyonlar karşısında Kürt-Türk ittifakının da yapılabilirliği var. Ama bu yapılabilirlik tarafların en başta buna ilişkin net siyasi irade göstermeleri ile olur. Biz şu ana kadar süreç bağlamında deneyimlediğimiz kadarıyla Kürt tarafı bu konuda net bir siyasi iradeyi Abdullah Öcalan'ı adresleyerek ortaya koydu. Fakat Türkiye tarafında buna ilişkin Bahçeli'nin sözleri dışında ne Erdoğan'dan ne de pratikte atılan adımlardan böyle bir sonuç çıkarabilecek durumda değiliz. Umarım önümüzdeki dönemde bu durum değişir. Değişmezse de dediğim gibi farklı opsiyonların devreye girmesi muhtemeldir.
Abdullah Öcalan ile yapılan son görüşmede, hem kendisinin hem de ABD'nin çözümüne dönük vurgu yaptığı da biliniyor...
Abdullah Öcalan'ın ABD'ye referans ile ne kastettiğinden çok emin değilim. Ancak şunu söyleyebilirim: Genel kabul ABD'nin bir Kürt devleti kurma planının olduğu yönünde. Açık söyleyeyim, komplo teorileri dışında ABD'nin Kürt devletinin kurulmasını niyet ettiğine dair benim şu anda ulaştım hiçbir veri yok. Hatta uzun zamandır ABD'nin bir Kürt politikasının olmadığını dahi iddia edegeldim. Hele ki Trump dönemi ile birlikte ABD'nin dış politikasında böylesi bir projenin olacağını var saymak, halihazırda verilerin tümüne ters bir tutum olur. Dolasıyla da yine en başta söylediğim gibi hiç kuşkusuz konjonktürel olarak Kürtler ile bir takım askeri, diplomatik ilişkiler ile gelmiştir. Bunda da kısa vadeli çıkarlarını gözetmiştir. Ancak uzun vadeye yayılan bir Kürt politikasından ya da her şeyden önemlisi, bir Kürt devletinin kurulmasından yana, ABD'nin bir politikasından söz etmemizi sağlayacak bir veri, benim ulaştığım kaynaklarda yok.
Abdullah Öcalan'ın paradigmasına ve çözümüne gelinince. Hem kitaplarından hem bu güne kadar verdiği mesajlardan net olarak şunu söyleyebiliriz: Temel prensip halkların eşitliği. Abdullah Öcalan'ın paradigması eşitliği ön koşul olarak öne sürüyor. Bu sadece Kürtler, Türkler değil, Ortadoğu'daki tüm halklar özelinde bir eşitlik referansı ile ortaya koyuyor. Zaten temel sorun da burada olduğunu düşünüyorum. En azından güncel Kürt-Türk ittifakında temel sorunun da buradan kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de, hiçbir şekilde, ne toplumsal düzeyde, ne de devlet aklında Kürtler ile Türkileri eşit sayan bir anlayış yok. Biz bunu Türkiye'deki politik aktörlerin çeşitli veçheler ile paylaştıkları mesajlar, yürüttükleri politikalar üzerinden görüyoruz. En iyimser en pozitif örnek, geçtiğimiz günlerde Hakan Fidan Kürtlerin hamisi olduklarını söyledi.
MA / Mehmet Aslan