Kayıp yakınları beş kentte adalet talep etti 2025-12-27 13:42:05 HABER MERKEZİ - Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek amacıyla 5 kentte bir araya gelerek adalet istedi.  Kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği, kayıpların akıbetini sormak faillerin yargılanmasını talep etmek amacıyla düzenledikleri eylemlere devam etti.    AMED   İHD Amed Şubesi ve kayıp yakınları “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” şiarıyla düzenledikleri eylemlerini 881’inci haftasında da sürdürdü. Amed’in Rezan (Bağlar) ilçesinde bulunan Koşuyolu Parkı’ndaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir araya gelen kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, kayıpların olduğu fotoğrafları taşırken, kayıpların resimlerinin olduğu pankartı açtı. Eylemde konuşan İHD Amed Şube Başkanı Ercan Yılmaz, 28 Aralık 2011'de Roboskî’de katledilenler andı.    Ardından bu haftaki eylemde 26 Aralık 1997’de Amed’de sivil polislerce gözaltına alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Mehmet Özdemir’in hikayesi okundu. Burada konuşan Mehmet Özdemir’in torunu Mizgin Özdemir, “Dedemin ve yoldaşlarının kemiklerini ve mezarlarını istiyoruz. Bulana kadar bu davadan vazgeçmeyeceğiz. Bir gün adalet olsun, bir gün bu hasret bitsin” dedi.   Ardından Mehmet Özdemir’in hikayesini İHD Amed Şubesi Kayıp Komisyonu üyesi Fırat Akdeniz  okudu. Özdemir’in hikayesi şöyle: “Mehmet Özdemir 1954 yılında Amed’in Licê ilçesine bağlı Araki köyünde doğar. Evli ve yedi çocuk babasıdır. Araki köyüne devlet güçleri tarafından sürekli baskın yapılmaktadır. Bu baskılardan kaynaklı Mehmet Özdemir ailesini de alarak Amed’e göç etmek zorunda kalır. Bir süre sonra ise Araki köyü devlet güçleri tarafından yakılıp boşaltılır. Mehmet Özdemir köye dönme ihtimali kalmadığı için Amed’de hayvan ticareti yaparak geçimini sağlamaya başlar. Mehmet Özdemir, 26 Aralık 1997 günü sabahı hayvan pazarına gideceğini söyleyerek evinden çıkar. Buradan bir arkadaşının evini ziyaret ettikten sonra hayvan pazarının yakınındaki bir kahveye gider. Görgü tanıkları; Mehmet Özdemir’in kahvede arkadaşlarıyla otururken silahlı, sivil kıyafetli ve ellerinde telsiz bulunan iki kişinin Özdemir’e kendileriyle birlikte gelmesini söylediğini, bu kişilerle dışarı çıkan Mehmet Özdemir’in beyaz bir taksiye doğru götürüldüğünü belirtir. Yine arabanın içinde üçüncü bir kişinin de oturduğunu görenler Özdemir’in arabaya binmemek için uğraştığını, kendini yere attığını, onu tutan kişilerden kurtulmaya çalıştığını da belirtiler. Ancak Mehmet Özdemir bu kişiler tarafından zorla, şiddet uygulanarak arabaya bindirilip oradan götürülür. Olaya orada bulunan birçok kişi tanık olur. Olayın tanıklarından biri okuma yazması olmadığı için arabanın plakasını alamadığını söyler.    Mehmet Özdemir’in eşi Enzile Özdemir, 29 Aralık 1997 günü önce İHD’ye başvurur ve eşinin zorla gözaltına alındığını, hakkında bilgi edinemediğini belirterek hukuki yardım talebinde bulunur. Orada bulunan avukatların yardımıyla Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına bir dilekçe ile başvurur ve eşinin kahvede otururken sivil kıyafetli polis memurları tarafından alındığını belirterek akıbetiyle ilgili bilgi talep eder. Bu taleplere yanıt olarak verilen dilekçeye ‘Mehmet Özdemir,  Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınmıştır’ yazısı yazılır. Ancak bu yazının altına hiçbir yetkilinin imzası bulunmamaktadır. Aradan bir süre geçmesine rağmen Mehmet Özdemir’den bir daha haber alamayan ve nerede tutulduğu kendisine söylenmeyen Enzile Özdemir, yeniden yetkili kurumlara başvurur. Kendisine verilen yanıtta bu defa Mehmet Özdemir’in gözaltına alınmadığı bir yanlışlık yapılarak gözaltında olduğunun söylenmiş olabileceği iddia edilir. Mehmet Özdemir’in ailesi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları Komisyonu’na, Diyarbakır Valiliği’ne başvurularda bulunur. İç hukuktan bir sonuç alamayan Özdemir ailesi 7 Eylül 1999 tarihinde Mehmet Özdemir’in zorla kaybedilmesiyle ilgili AİHM'e başvuruda bulunur. Yapılan tüm başvurulara rağmen Mehmet Özdemir’den bir daha haber alınamaz. AİHM, 8 Ocak 2008 tarihinde esas ve usul yönünden dosya ile ilgili ihlal kararı verir.”     ÊLIH   Êlih'te ki İHD ve kayıp yakınları eylemi, 717’nci haftasında da Gülistan Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde sürdü.  Eyleme kentte bulunan siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda yurttaş katıldı. Bu haftaki eylemde, 28 Aralık 2011 tarihinde Şirnex’in Qıleban (Uludere) ilçesine bağlı Roboski Köyünde, Türkiye’ye ait savaş uçakları tarafından katledilen 34 sivil yurttaşın failleri soruldu.   Katledilen 34 yurttaşın hikâyesini İHD Üyesi Hüseyin Elçi dile getirdi. TSK tarafından Irak sınırından geçen köylülere 4 bomba atıldığını belirten Elçi, “Grupta çocukların da olduğu 38 köylü ve en az 50 katır bulunuyordu. Bombardıman sonucu 34 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerden 19’u, 18 yaşından küçüktü. Hayatını kaybedenlerin yarısından fazlası Encü ailesindendi” dedi.   Elçi, ardından şöyle devam etti: “Katliam, gece boyunca ve sabah saatlerinde haber kanallarında yer almadı. Ana akım medya, ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesinde yayımlanan duyuruya kadar konuya yer vermedi. Ölenlerin bedeni yanık ve parçalanmış haldeydi. Köylüler kendi cenazelerini kendileri taşımak zorunda kaldı. Battaniyelere sarılmış cenazeler katırlarla kilometrelerce taşındı. İHD ve beraberindeki heyet katliamın ardından bölgeye gitti. Heyetin hazırladığı raporda, ‘Hayatlarını kaybedenler mazot ve gıda maddeleri üzerinden sınır ticaretiyle uğraşıyordu. Sınır ticareti yıllardır karakolun bilgisi dahilinde yapılıyor. Özellikle son bir ayda karakol sınır ticaretine kolaylık ve müsamaha da tanıyordu’ bilgisi paylaşıldı. Aynı rapora göre, katliamın ardından saatlerce yardım gitmediği için donarak ölenler oldu. Katliamın ardından TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun hazırladığı raporda, ‘Kasıt yok. Sivil idare ile askeri yetkililer arasında koordinasyonsuzluk var’ denildi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma kapsamında Haziran 2013’te görevsizlik kararı vererek, dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına gönderdi. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı da 7 Ocak 2013’teki gerekçeli kararında, ‘Gerek şüphelilerin gerekse olayda görev yapan diğer TSK personelinin, TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görevin gereklerini yerine getirdikleri, görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı anlaşıldı’ diyerek takipsizlik kararı verdi.    Takipsizlik kararına ailelerin itirazı da 20 Haziran 2014 tarihinde reddedildi. Aileler, ‘Ölenler arasında PKK mensupları vardı’ diyen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel hakkında suç duyurusunda bulundu. Bin 108 avukat Anayasa Mahkemesine (AYM) başvurdu. İç hukuk yollarının tükenmesi üzerine yaşamını yitiren 34 kişinin yakını olan 281 kişi adına Ağustos 2016'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yapıldı. AİHM, Roboskî için yapılan başvuruyu ‘2 gün gecikti’ diyerek reddetti. Adalet arayışlarını sürdüren aileler, 11 Mayıs 2012’de katliamın 200. gününde ve 500. gününde askerin gaz bombalı, coplu saldırısına uğradılar. Katliamın 500. gününde katliamın yapıldığı yere gittikleri için ‘sınır ihlali yaptıkları’ gerekçesiyle 110 kişiye 3 biner lira ceza kesildi. Öldürülen 34 sivil vatandaşın katillerinin bulup yargılanmaları ve cezalandırılmaları, ailelerin ve biz insan hakları savunucularının ortak talebidir.”    Açıklama, oturma eylemiyle son buldu.     COLEMÊRG   İHD Colemêrg Şubesi ve kayıp yakınları, eylemlerinin 207’ncı haftasında Colemêrg’in Gever (Yüksekova) ilçesindeki Sanat Sokağı’nda bir araya geldi. "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" pankartının açıldığı açıklamada gözaltında kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Kayıp yakınları bu hafta 1994 yılında evine yapılan bir baskın ile gözaltına alınan ve katledilen Hasan Ateş’in failleri soruldu.    Basın açıklamasını okuyan İHD Colemêrg Şubesi Eşbaşkanı Sibel Çapraz, “Colemêrg'in Çelê ilçesine bağlı Marufan köyünde ikamet etmekteydi. 1994 yılında evine yapılan bir baskın ile gözaltına alındı. Ağır işkenceler gördü ve ardından serbest bırakıldı. İlgili dönemde Hasan Ateş’in muhbir olması için baskı yapıldı, tehdit edildi ve göç etmeye zorlandı. Mayıs 1994 yılında henüz 3 aylık evliyken köyüne operasyon yapıldı. Köylüler köy meydanında toplanırken Hasan Ateş ve bir kısım köylü işkence ile yalın ayak askeri araca bindirildi. Bir müddet aracın içinde işkenceye uğrayan Hasan Ateş ve komşuları tüm insanların ve akrabalarının gözü önünde gözaltına alındı.  Aile bireyleri hemen Çukurca ilçe jandarma karakoluna başvuru yaparak gözaltına alınanların akıbetini sormak istese de ‘böyle bir operasyon yapılmadı’ cevabı aldılar” dedi.    Bölgede her gün gözaltına alınarak katledilen insanların varlığından haberdar olan köylüler toplanarak kayıplarını aramak için araziye çıktıklarını hatırlatan Sibel Çapraz, “Bir müddet sonra Çukurca’daki Serê Sêvê Karakoluna yakın bir bölgede taşlarla üzeri kapatılmış cansız iki erkek bedeni bulundu. Hasan Ateş ve Bedel Özkan ağır işkence görmüştü. Ayak ve el bileklerinde elektrik akımı verildiğine dair emareler vardı. Cansız bedenleri köylerine götürülerek defnedildi. Hasan Ateş’in ailesi zaman kaybetmeden cumhuriyet başsavcılığı makamına başvuru yaptı. Hasan Ateş’in tüm köylülerin gözünün önünde gözaltına alındığına dair tanık ifadelerinin varlığına rağmen gözaltına alındığı inkar edildi. Bir cezasızlık politikası olarak dosya, ‘kovuşturmaya yer olmadığına dair’ karar ile birlikte sümenaltı edildi. Tüm girişim ve başvurulara rağmen dosyada herhangi bir gelişme yaşanmadı” diye konuştu.    Ateş Ailesi’nin tüm insanlığın gözünün önünde katledilen evlatları için yürüttüğü hukuk mücadelesi yargı erkinin hukuksuz kararları ile egale edildiğini anlatan Sibel Çapraz, “Biz insan hakları savunucuları olarak Hasan Ateş’in katledilmesinin arkasındaki maddi gerçek ortaya çıkana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Ateş ailesine söz veriyoruz, bıraktıkları yerden Hasan Ateş’in akıbeti için mücadele etmeye ve sorumluların yargılanmasını istemeye devam edeceğiz” diye konuştu.      RIHA   İnsan Hakları Derneği (İHD) Riha Şubesi, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” şiarıyla düzenlediği eylemin 64’üncü haftasında Novada Park AVM önünde bir araya geldi. Açıklamaya katılanlar, kayıpların fotoğraflarını taşıdı.   Bu hafta Riha’nın Vêraşar ilçesinde kaybettirilen Fethi Yıldırım için adalet istendi. Basın açıklamasını okuyan İHD Riha Şubesi Eşbaşkanı Baver Gül, “64 haftadır gözaltında kayıplar gerçeğine, bu suça eşlik eden inkar ve cezasızlık politikalarına dikkat çekmek için bu toprakların en uzun hakikat ve adalet arayışı mücadelesini sürdürüyoruz. Bugün gözaltında sevdiklerimizi unutmadığımızı, unutturmayacağımızı ve adalet arayışından vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha dile getiriyoruz” dedi.    Gül, “Zorla kaybedilen insanların aileleri olarak soruyoruz, sevdiklerimiz nerede? Israrla altını çiziyoruz kaybetmeler sadece kaybedenlerin değil, geride kalanların hayatlarını da karartan ve kuşaklar boyu devam eden bir travmadır, bu suç zaman aşımına uğratılamaz” diye konuştu.    31 yıl önce gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan Fethi Yıldırım’ın hikayesini okunmasının ardından oturma eylemi yaparak açıklamayı sonlandırıldı.      İZMİR   İHD İzmir Şubesi, gözaltında kaybedilenlerin akıbetini sormak için iki haftada bir düzenlediği eylemi Konak Eski Sümerbank önünde devam ettirdi. Açıklamada "Kayıplar belli failler nerede" ve  "Kayıplar vicdanındır sahip çık" pankartı açıldı. İHD İzmir Şubesi Yöneticisi Nazlı Turan, bu hafta gözaltına alındıktan sonra yapılan yargılamanın sonucu idam edilen ve mezar yeri bilinmeyen 24 yaşındaki Veysel Güney'in durumuna dikkat çekti.    28 Aralık 1980'de Dîlok'ta yapılan ev baskınında yaralı olarak gözaltına alınan Güney'in ardından Adana Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nde yargılandığını söyleyen Nazlı Turan, "Avukat talebi reddedilen Veysel Güney’in savunma hakkı yok sayıldı. İlk duruşma 6 Şubat 1981’de yapıldı ve 17 Şubat 1981 tarihinde yapılan ikinci duruşmada, kendine yönelik suçlamaları ispat edecek deliller olmaksızın idama mahkum edildi. Meclis kararı olmadan özel kanun çıkarılarak, 10 Haziran 1981’de Gaziantep E Tipi Hapishanesi’nde idam edildi. Veysel idam edildikten sonra üzerinde bulunan kalemi, sigarası ve çakmağı tutanakla babası Ali Güney’e teslim edildi. 10.06.1981 tarih ve 266 sayılı tutanakla babasına verilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem’e teslim edilen cenazesi ise kaybedildi Veysel’in idamından 25 yıl sonra onun ilk ifadesini alan ve idamında hazır bulunan savcı Mete Göktürk ‘Adaleti Gördünüz mü?’ isimli bir kitap yazdı. Göktürk kitapta Veysel Güney’i suçlayacak delillerinin olmadığını, ayrıca yargılamanın tarafsız ve adil bir biçimde yapıldığına dair kuşkuları olduğunu açıkladı" dedi.     MEZARI BULUNAMADI   İdam edilen Güney'in mezar yerinin bulunması için ailesinin ve arkadaşlarının yıllarca mücadele verdiğini ifade eden Nazlı Turan, buna rağmen Güney'in mezar yerinin bulunamadığını söyledi. Nazlı Turan, "Veysel’in izini süren ailesi ve arkadaşları, 2006 yılında Gaziantep Mezarlıklar Müdürlüğü’nün 9 Haziran 1981 gününe ait son kaydında hüviyeti meçhul bir kişinin idam edildiği ve 105341 numaralı mezara gömüldüğü bilgisine ulaştı. Gaziantep 5. Asliye Ceza Mahkemesi kararı ile söz konusu mezar açıldı. Mezardan alınan kemik numuneleri önce İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi, 1 ay orada bekletilen kemik numuneleri daha sonra Ankara Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Biyoloji İhtisas Dairesi tarafından yapılan kimliklendirme çalışmasında, numuneler ile anne Zeynep ve baba Ali Güney arasında kan bağı kurulamadığı yönünde bir rapor hazırlandı. Kamuoyunda ve Güney ailesinde bu raporun gerçeği yansıtıp yansıtmadığı veya Adli Tıp’a gönderilen numunelerin doğru olup olmadığı yönünde derin kuşkular oluştu. 2012 yılında 'Ben oğlumun resmini gözüme çizdim, ismini dilime yazdım, mezarını kalbime kazdım' diyen anne Zeynep Güney ve 2014 yılında baba Ali Güney evlatlarının mezar yerine ulaşma ve adalet mücadelesini çocuklarına ve torunlarına bırakarak aramızdan ayrıldı. Kaybedilişinin 45. yılında bir kez daha tekrarlıyoruz: Veysel Güney’in idamı ve bedeninin kaybedilmesi insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve zamanaşımına tabi değildir. Adli makamları; etkili bir soruşturma ve kovuşturma yaparak, Veysel Güney’in idamı ve kaybedilmesi ile ilgili karar alma ve uygulama mekanizmalarında yer almış tüm devlet görevlilerinin hukuk önüne çıkarmaya ve Veysel Güney’in mezarına ulaşmak için bir süreç başlatmaya çağırıyoruz” diye ifade etti.