RIHA - Esad’ın devrilmesiyle, Suriye kaos ve belirsizlikle dolu yeni bir döneme girdi. Colani’nin liderliğindeki geçiş süreci, halkların güvenliğini ve toplumsal dengeleri tehdit ederken, son 1 yıl içinde bölgesel ve hegemonik güçlerin sahadaki hamleleri belirsizliği derinleştiriyor.
Suriye, 14 yıllık iç savaşın ardından 2025 yılında iktidar değişikliği ile tarihe yeni bir sayfa açtı. Beşar Esad rejiminin 8 Aralık 2025’te devrilmesi, hem ülkenin siyasi yapısında hem de toplumsal dengelerinde köklü değişiklikleri beraberinde getirdi. Rejim sonrası dönemde, halkların ve inanç grupların güvenliği, siyasi temsil hakkı ve toplumsal konumları, yoğun bir mücadele ve çatışma ortamı içinde şekillenmeye başladı. Bu süreçte, Heyet Tahrir el-Şam lideri Ebu Muhammed Colani’nin (Ahmet El Şara) geçici cumhurbaşkanı ilan edilmesi, ülke içindeki güç dengelerini yeniden belirlerken, Türkiye, ABD ve uluslararası ile bölgesel aktörlerin rolünü tartışmalı bir zemine taşıdı.
Esad sonrası Suriye’de yaşanan siyasi dönüşümler, toplumsal çatışmalar ve yeni yönetimle şekillenen güç ilişkileri, geleceği hala aydınlatamadı. Özellikle Kürtler, Aleviler ve Dürziler gibi halkların yaşadığı deneyimler, Tişrin Barajı direnişi ve 10 Mart Anlaşması gibi kritik dönemeçler, ülkenin geçiş sürecinin sancılı olacağını kanıtladı.
ESAD DEVRİLDİ
Suriye’de 2011’de başlayan iç savaş, 27 Kasım 2025’te yönetimin HTŞ'ye devredilmesi ile başlayan süreç yeni bir boyut kazandı ve 8 Aralık’ta Beşar Esad rejimi devrildi. Aynı gün Esad ülkeyi terk ederek Rusya’ya sığındı. Böylece 1971’den beri süren Esad ailesi iktidarı ve 61 yıllık Baas rejimi sona erdi. Rejim sonrası dönemde, Kürtler dahil Suriye’de yaşayan halklar çeşitli saldırı ve katliamlarla karşılaşırken, siyasi süreçlerde yer almak ve yeni dönemde konumlanmak için yoğun bir mücadele başladı.
COLANİ CUMHURBAŞKANI İLAN EDİLDİ
Colani, 29 Ocak 2025’te Suriye geçici cumhurbaşkanı ilan edildi ve böylece ülke için yeni bir dönem başladı. Ancak bu dönemde Suriye genelinde güvenlik tam olarak sağlanamadı. İnsan kaçırma, yargısız infaz ve keyfi tutuklama olaylarında artış gözlemlendi. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, özellikle Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar ve Bedeviler gibi toplulukların şiddetten orantısız biçimde etkilendiğini ve vakaların yeni yönetime bağlı güçlerle ilişkili olduğunu açıkladı.
COLANİ KİMDİR?
Ebu Muhammed Colani, günümüze Ahmed el-Şara olarak taşınsa da geçmişi cihatçı hareketlerle sıkı şekilde bağlantılı bir figür. 2003’te ABD’nin Irak işgalinin ardından Irak’a giderek El-Kaide çevreleriyle temas kurmuş ve silahlı cihatçı ideolojiyle şekillenmiştir. Suriye iç savaşının başlamasıyla 2011’de El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra Cephesi’nin lideri olmuş; örgüt, intihar saldırıları, infazlar ve katliamlar ile tanındı. El-Şara, uzun yıllar El-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri’ye biat etmiş ve batı ülkeleri tarafından terörist olarak tanınmış, başına ödül konmuştur. Daha sonraki yıllarda El-Kaide ile resmi bağlarını kestiğini ilan ederek, örgütü Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adı altında yeniden yapılandırmış olsa da, ideolojik kökeni Selefi-cihatçı çizgiye dayanmakta ve otoriter, silahlı mücadeleyi meşru gören yaklaşımı nedeniyle hala tartışmalı bir isim olarak değerlendirilmektedir.
Suriye'de son bir yıla damga vuran gelişmeler sıralanırsa;
TİŞRİN BARAJI DİRENİŞİ
Esad rejiminin devrilmesinin ardından, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) Özerk Yönetim bölgelerine saldırılar başlattı. İlk olarak Minbic’e yönelik başlatılan saldırılarda Türkiye’nin hava desteği kullanıldı, saldırılar QSD’nin Minbic Askeri Meclisi’nin taktiksel direnişiyle karşılaştı. Bu süreçte hem siviller hem de askeri meclis üyeleri tahliye edilerek taktiksel geri çekilme gerçekleşti. Çekilmenin uluslararası güçlerin, özellikle ABD etkisiyle şekillendiği bildirildi. Ardından Fırat’ın doğusundaki QSD güçleri cephe hatlarını batıya çekti. Türkiye destekli SMO grupları, Fırat Nehri üzerindeki Tişrîn Barajı ve Qereqozak’a saldırılar başlattı. Hayati öneme sahip barajın korunması için bölge halkı ve QSD güçleri 118 gün boyunca kesintisiz bir nöbet ve direniş yürüttü. Bu süreçte baraj çevresinde sürekli nöbet tutuldu, saldırılara karşı dayanışma çağrıları yapıldı. Ancak saldırılar sırasında Türkiye’nin SİHA operasyonları sonucunda 19 Aralık’ta gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, 15 Şubat’ta Egid Roj, 19 Ocak’ta ise Kürt tiyatro sanatçısı Bavê Teyar ve onlarca kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı. QSD güçleri, 118 gün süren direnişin ardından SMO gruplarına ağır kayıplar verdirdi ve direnişin zaferle sonuçlandığını ilan etti.
ALEVİLERE DÖNÜK KATLİAMLAR
Şubat ve Mart 2025’te, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus ve Humus kırsalında katliamlar ve ciddi hak ihlalleri meydana geldi. 10 Mart öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen silahlı baskınlar, keyfi gözaltılar ve infaz iddiaları, bölgedeki mezhepsel kırılganlığı derinleştirdi. Geçiş yönetiminin bu saldırılara yönelik etkili ve şeffaf bir soruşturma yürütmemesi, Alevi toplumunda rejim sonrası döneme dair güvenin azalmasına yol açtı. Binlerce Alevi, rejim değişikliğinin ardından mezhepsel saldırılara maruz kalırken, aralarında yüzlerce kadın ve çocuğun da bulunduğu çok sayıda kişi katledildi.
DÜRZİLERE DÖNÜK KATLİAMLAR
Güneyde ise Dürzi halkının yoğun olarak yaşadığı Süveyda hattı, yeni yönetimle gerilimin merkezlerinden biri haline geldi. Geçiş yönetimine bağlı silahlı gruplar ve selefi unsurlar, Temmuz ayının ilk haftasında Dürzi yerleşimlerine organize saldırılar başlattı. 8 Temmuz’da Dürziler özsavunma temelinde seferberlik ilan etti. Aşiretler, yerel meclisler ve dini liderler ortak bir savunma hattı kurdu. 9–12 Temmuz’daki çatışmalarda saldıran gruplar Süveyda’dan geri püskürtülürken, bölge yeniden Dürzi denetimine geçti. Temmuz ortasında ilan edilen bu durum sahada “Dürzilerin zaferi” olarak kaydedildi ve Esad sonrası dönemde Dürzi halkının zorla yönetilemeyeceğine dair güçlü bir mesaj verildi.
10 MART ANLAŞMASI
10 Mart 2025’te Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile Şam Yönetimi arasında imzalanan 10 Mart Anlaşması, sürecin en kritik kırılma noktalarından biri olarak öne çıktı. Anlaşma, imza öncesinde Alevilere yönelik katliamların önüne geçilmesine ve genel bir ateşkes sağlanmasına zemin hazırladı. Anlaşmada 8 madde şöyle sıralandı:
* Tüm Suriyelilerin siyasi süreçte temsil edilme ve devlet kurumlarına katılım hakkı, dini ve etnik kökenlerinden bağımsız olarak liyakat esasına göre güvence altına alınacaktır.
* Kürt toplumu, Suriye devletinin asli bir unsuru olarak kabul edilecek ve vatandaşlık hakları ile anayasal hakları güvence altına alınacaktır.
* Suriye topraklarının tamamında ateşkes sağlanacaktır.
* Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumlar, Suriye devleti yönetimi çerçevesinde entegre edilecek; sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahaları devlet kontrolüne alınacaktır.
* Tüm Suriyeli mültecilerin kendi şehir ve köylerine geri dönüşü güvence altına alınacak ve korunmaları Suriye devleti tarafından sağlanacaktır.
* Suriye devleti, Esad rejiminin kalıntılarıyla ve ülkenin güvenliği ile birliğini tehdit eden unsurlarla mücadelede desteklenecektir.
* Bölünmeye yönelik çağrılar, nefret söylemi ve toplumdaki ayrışmayı körükleyen girişimler reddedilecektir.
* Uygulama komisyonları, anlaşmanın yılsonuna kadar tamamen hayata geçirilmesi için çalışmalar yürütecektir.
Antlaşmanın göçertilenlerin güvenli geri dönüşü, tüm farklılıkların yönetime katılımı, toplumsal sözleşmenin ortak yapılması gibi ana hususlarını yerine getirmeyen Ahmet El Şara yönetimindeki geçici Hükümet, Kuzey ve Doğu Suriye'yi antlaşma esaslarına uymamakla suçluyor. Ancak hem özerk yönetim hem de QSD her fırsatta antlaşmaya bağlı olduklarını ve yıl sonuna kadar hayata geçirilmesi noktasında kararlı olduklarını ifade ediyor.
KÜRT BİRLİĞİ VE ORTAK TUTUM KONFERANSI
Suriye'deki başka bir gelişme ise, 26 Nisan 2025’te Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi kontrolündeki Qamişlo kentinde düzenlenen Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı oldu. Kürt partileri, sivil toplum örgütleri, kadın hareketleri ve farklı bölgelerden bağımsız Kürt aktivistlerin katılımıyla gerçekleşti. Konferansta kabul edilen ortak belge, Kürtlerin çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü kimliğini tanırken, uluslararası insan hakları sözleşmelerine bağlılığı, kadın özgürlüğü ve haklarının korunmasını, siyasi, toplumsal ve askeri kurumlara etkin katılımı güvence altına almayı öngördü. Bildiride, Kürtlerin anayasal haklarını garanti altına alınması gerektiği hususu öne çıkarken, Suriye birliği çerçevesinde Kürt sorununa adil ve kapsamlı bir çözüm sağlama hedefini ortaya koydu.
ORTAK TUTUM KONFERANSI
8 Ağustos 2025’te Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Hesekê kentinde düzenlenen "Ortak Tutum Konferansı"na Kürt, Arap, Süryani, Asur, Türkmen, Ermeni ve Çerkes halklarından yaklaşık 500 temsilci katıldı. Konferansın sonuç bildirisinde, katılımcıların 10 Mart Anlaşması ve 26 Nisan’daki Kürt Tutumu Birliği Konferansı kararlarına bağlı oldukları vurgulandı. Ayrıca, Suriye’yi mevcut krizden çıkarmak amacıyla kapsamlı bir ulusal proje inşa etmek için tüm ulusal ve demokratik güçlerin katılımını öngören bir Ulusal Kongre çağrısı yapıldı. Konferans sonuç bildirgesi, özgür ve ortak iradeyi, demokratik, çoğulcu ve ademi merkeziyetçi bir Suriye inşasına olan bağlılığı yansıttı.
ŞAM PARİS GÖRÜŞMELERİNDEN ÇEKİLDİ
Ağustos 2025’te, ABD ve Fransa’nın ara buluculuğunda, QSD’nin Şam Yönetmi ile entegrasyonu için Paris’te müzakere görüşmelerinin “mümkün olan en kısa sürede” düzenleneceği açıklandı. Açıklama, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve Suriye Geçici Hükümeti Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani’nin 25 Temmuz’da Paris’te gerçekleştirdiği toplantının ardından yapıldı. Fransa Dışişleri Bakanlığı, Bakan Barrot’un aynı gün QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdi ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini de duyurdu.
Ancak Paris’te Özerk Yönetim ve Şam Yönetimi arasında yapılması planlanan görüşmelere Şam Yönetimi, Hesekê’deki “Ortak Tutum Konferansı”nı bahane ederek katılmayacağını açıkladı. Bu karar, Şam Yönetimi üzerindeki Türkiye etkisini açıkça ortaya koyarken, söz konusu kararın Türkiye tarafından verildiği tartışmalarını gündeme getirdi.
HALK İRADESİNDEN UZAK SEÇİMLER
Eylül 2025’te gerçekleştirilen Esad sonrası Suriye parlamento seçimleri, resmi açıklamalarda demokratik bir adım olarak sunulsa da, sahada halkın doğrudan oy kullanamadığı ve merkezi otoritenin adayları belirlemede belirgin şekilde etkili olduğu görüldü. Yeni Halk Meclisi 210 sandalyeden oluşurken, 70 üye doğrudan Colani tarafından, kalan 140 üye ise Şam’ın denetimindeki alt komiteler aracılığıyla atandı. Yaklaşık 7 bin seçmenin oy kullanabildiği seçimlerde, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile Süveyda gibi bazı bölgelerde seçimler ertelendi. Adayların büyük çoğunluğu akademisyen ve uzmanlardan seçilirken, yerel liderlerin temsil oranı sınırlı tutuldu. Seçim kurulu sisteminin güçlü bağlantılara sahip adayları kayırarak geçici hükümetin meşruiyetini pekiştirdiği belirtiliyor. Katılımın düşük ve kontrolün merkezi olduğu bu model, halkın gerçek iradesini yansıtmaktan uzak olarak değerlendirildi.
İSRAİL FAKTÖRÜ
Gazze'de uyguladığı katliamlar, Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları ve İran'a yönelik operasyonu ile öne çıkan İsrail, Suriye'deki kaotik ortamdan en fazla yararlanan ülke oldu. Golan Tepeleri'ndeki işgalini Şam sınırına kadar taşıyan İsrail Dürzi hamiliği adı altında kalıcı olmaya başladı. Yine ABD desteği ile, Ahmet El Şara'yı İbrahim'i antlaşmalar başta olmak üzere, varlığını garanti altına alacak antlaşma zeminine taşıdı.
Özelikle kendi etraf ve içlerindeki sorunlara boğularak Ortadoğu'dan büyük oranda tecrit edilen Rusya ve İran'ın yokluğu İsrail'e geniş bir hareket alanı açtı.
YILIN SONU
Yılın sonuna gelindiğinde, 13 Aralık 2025’te Palmira yakınlarında düzenlenen saldırıda 2 ABD askeri ve 1 sivil tercüman hayatını kaybetti, 3 ABD askeri yaralandı. Saldırının DAİŞ bağlantılı bir militan tarafından gerçekleştirildiği bildirildi, ancak Suriye tarafından yapılan açıklamalarda saldırıyı düzenleyen kişinin Suriye hükümeti güçlerinden bir üye olduğu belirlendi. Yıl sonunda Suriye sahasında HTŞ’nin kontrol alanını genişletmesiyle eş zamanlı olarak DAİŞ’in de nüfusunu artırdığı tehlikesi ortaya çıktı. Bunun yanında, İsrail’in bazı bölgeleri işgal etmesi ve Türkiye’nin gizli destek sağladığı gruplarla bazı alanlarda kontrol sağlaması saklanmayan bir gerçek. Önümüzdeki süreçte İsrail ve Türkiye’nin Suriye sahasında karşı karşıya gelme olasılığı bulunurken, hegamonik güçlerin Suriye üzerindeki planları, ülkede pay savaşının henüz sona ermediğini gösteriyor.
Tüm bu karmaşa ve çatışmaların içinde, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ise bölgedeki halk için geleceğe dair umutları canlı tutuyor.
MA / Melik Varol
