Fuad Bêrîtan: İran’da olası tüm senaryolara hazırız

img

HABER MERKEZİ - İran’da olası güç boşluğunun demokratik bir düzenin doğuşu için zemin oluşturabileceğini belirten PJAK Yönetim Konseyi Üyesi Fuad Bêrîtan, halkın iradesine bağlı bir güç olarak, tüm olası senaryolara hazır olduklarını ifade etti.

Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) Yönetim Konseyi Üyesi Fuad Bêrîtan, Birleşmiş Milletler’in toplantısında İran’a yönelik yaptırım kararları ve bunun sahaya yansımaları üzerine Fırat Haber Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu. 
 
Birleşmiş Milletler'in İran'a yönelik tüm yaptırımlarının yeniden başlaması ve İran’a etkilerine dair konuşan Fuad Bêrîtan, “Tetik mekanizmasının devreye girmesiyle Birleşmiş Milletler yaptırımlarının geri dönmesi, sadece ekonomik veya diplomatik bir olay değil; İran rejiminin yapısal aşınmasının dönüm noktası olarak görülmelidir. Bu dönüş, rejimin artık uluslararası izolasyonun kademeli bir süreç olmaktan çıkıp kalıcı ve zorunlu bir duruma dönüştüğü bir aşamaya girdiğinin işaretidir. Bugün İran, ne Batı ile anlaşma yapacak güce sahip ne de daha önce Çin ve Rusya'nın sağlayabileceğini düşündüğü desteğe sahip. Artık gerilim sadece ABD ve İsrail'le sınırlı değil; Avrupa Birliği'nden Moskova ve Pekin'e kadar dünyanın çoğu hükümeti, bu yaptırımları uygulamak konumuna geldi. Bu, bir rejimin uluslararası sistemde düşebileceği en kötü durumdur.
 
MALİ YAPTIRIMLAR VE SONUÇLARI 
 
Uluslararası hukuk açısından yaptırımların geri dönmesi daha derin bir anlama sahiptir: İslam Cumhuriyeti fiilen Birleşmiş Milletler Şartı'nın yedinci bölümü kapsamına girmenin eşiğindedir -yani bir devletin küresel barış ve güvenliğe tehdit olarak görüldüğü bir durum- Bu yol izlenirse, Irak veya Libya deneyimlerine benzer bir süreç yaşanabilir. Ancak burada, Batı'nın yaptırımları uygulaması ve denetlemesindeki ciddiyeti belirleyici olacaktır. İslam Cumhuriyeti, tavizler vererek veya taktik manevralarla tam uygulamanın önünü tıkamaya çalışabilir; fakat en yumuşak senaryoda bile yapısal darbe kaçınılmazdır. Kilit nokta şu: Eğer bu yaptırımlar etkin hale gelirse, rejimin en büyük gelir kaynağı olan İran petrolünün Çin'e satışı büyük ölçüde kısıtlanacaktır. Zaten kronik bütçe açığıyla boğuşan bir hükümet, diğer mali sorunlarla boğuşup alternatif bulamayacaktır.
 
Mevcut verilere göre İran'ın günlük petrol ihracatı yaklaşık bir buçuk milyon varil ve bunun çoğu Çin'e gidiyor. Tahminler, yaptırımların geri dönmesiyle bu rakamın en iyimser senaryoda 700 bin varile, kötümser senaryoda ise yaklaşık 500 bin varile düşeceğini gösteriyor. Bu sadece ekonomik bir rakam değil; sistemik bir şok. Bu şok, hızla halkın hayatında hissedilecek ve bir tsunami gibi ekonomi, siyaset, güvenlik ve hatta sosyal ilişkiler dahil her şeyi yutacaktır.
 
Siyasi güç sembolik zayıflık ve kronik başarısızlık durumunda olduğunda, her dış baskı, yapının güvenlik niteliğini yoğunlaştırır. Bundan sonra, İslam Cumhuriyeti'nde karar alma süreci daha da güvenlik odaklı hale gelecektir” dedi. 
 
Mevcut sistemin, güvenlik, askeri, ekonomik ve yönetim alanlarında yeni modellere yönelmek zorunda kaldıklarını dile getiren Fuad Bêrîtan, “Önceki modeller sadece verimsiz değil, kullanılamaz hale gelecektir. Ancak yeni modellerin tasarımı ve uygulanması da ciddi engellerle karşılaşacaktır. Çünkü hakim zihniyet, kamu alanı ve yapısallığın ruhu, başarısızlık ve aşınmayla doymuş durumdadır. Böyle bir zemin, yaratıcılık ve yenilenme fırsatı vermez. Bu aşamada İslam Cumhuriyeti, daha derin bir kırılganlık yaşayacaktır. Dış baskı yoğunlaştığında, kaynaklar azaldığında ve sosyal hoşnutsuzluk arttığında, sistemdeki hata hızı yükselir. Bu, her basit olayın hızla güvenlik krizine dönüşebileceği anlamına gelir. Bu süreçle paralel olarak, rejimin güvenlik ve askeri güçlere bağımlılığı artacaktır. Hükümet, yürütme ve işlevsel bir kurum olarak fiilen çökecektir. Bütçesi ve kaynakları olmayan bir yapı, sadece kendi varlığını sürdürebilir, ülkeyi yönetemez.
 
Bu durumda ortaya çıkan şey ekonomik ve yapısal çöküştür. Hızı ve derinliği birkaç faktöre bağlıdır: Rejimin davranışındaki olası değişimler ve geçmiş kronik davranışlardan farklı seçimler -örneğin içerde siyasi alanı açmak veya dış anlaşmalar için yeni formüller aramak. Ancak şimdiye kadar bu iki yol için hiçbir irade görülmüyor. Yapının merkezi zihni dengesini kaybetmiş ve hatta önceki versiyonlarıyla bile kopmuş durumda.
 
Özetle, İran hem siyasi hayatında hem de sosyal düzeyde yeni bir faza girdi. Rejimin tekrarlanan hataları, genel maliyeti büyük ölçüde artırdı ve bu hataların devamı yapısal çöküşü hızlandırarak İslam Cumhuriyeti'ni fiilen felç eden bir durum yaratabilir. Bugüne kadar izlenen yol tam da bu yöndedir; Venezuela veya ABD saldırısından önceki Irak'la kıyaslanabilir bir durum.
 
Tüm bu değişkenlerin yanı sıra, İslam Cumhuriyeti'nin İsrail'le yaşadığı gerilimi göz ardı etmemek gerekir. Bu seviyedeki düşmanlık, askeri saldırı, hatta liderin tasfiyesi olasılığını dışlamaz. Böyle bir olay, tüm senaryoyu tamamen yeni bir aşamaya sokabilir.Net bir özetle: Kısa vadede hiçbir mucize yok. İslam Cumhuriyeti sadece üç seçenek arasında dönüp duruyor: Kötü, daha kötü ve en kötüsü” diye ifade etti. 
 
KRİZLER ÜLKEYİ PATLAMA NOKTASINA GETİRDİ
 
“İran'daki mevcut diğer krizlerin boyutları nereye doğru gidiyor? Halk ne tür olaylara hazırlanmalı?” sorusuna yanıt veren Fuad Bêrîtan, “İran'daki krizlerin eşzamanlılığı sadece acı bir gerçeklik değil; belirleyici ve kader belirleyici bir değişkendir. Biz sadece yaptırımlara maruz kalmış bir hükümetle karşı karşıya değiliz, sınır ötesi yatırımları kırk yıl boyunca başarısız olmuş, içeride ağır askeri yenilgi almış, nükleer programı ciddi hasar görmüş ve yönetimde yolsuzluk, verimsizlik ve baskıyla iç içe geçmiş bir yapıyla yüzleşiyoruz. Şimdi, tüm bu biriken krizler ekonomik, sosyal ve çevresel süper krizlerle düğümlenmiş ve ülkeyi patlama eşiğine getirmiş durumda. İran bugün sadece dizginlenemez enflasyon, ulusal para biriminin çöküşü, yaygın işsizlik ve yapısal yolsuzlukla karşı karşıya değil; aynı zamanda derin sınıf uçurumu, kurumsallaşmış dini ve etnik ayrımcılıklar, vatandaşların yaşam tarzıyla rejim arasındaki temel çarpışma, kadınların siyasi güçle yüzleşmesi, rejim değerleriyle çatışan genç nüfus, elit göçü ve çok katmanlı sendikal ile işçi protestolarının aynı anda aktif olduğu bir toplumla karşı karşıyadır.
 
Bunların yanı sıra, iklim değişiklikleri, su kıtlığı, hava kirliliği ve doğal kaynakların tahribatı, kolektif yaşamın temelini tehdit ediyor. Daha kesin bir ifadeyle, İslam Cumhuriyeti'nin yönetimi nedeniyle toplumun doğal yaşamı ve biyolojik güvenliği bozulmuş durumdadır. Bu durumu daha tehlikeli kılan sadece krizlerin hacmi değil; eşzamanlılık ve iç içe geçmişlikleridir. Bu, geçiş teorilerinde ‘yapısal süper kriz’ olarak adlandırılan şeydir; siyasi sistemin kendini yeniden üretme kapasitesini kaybettiği ve her reaksiyonunun yeni kriz doğurduğu andır.
 
Böylesi koşullarda İslam Cumhuriyeti, bu başarısızlıkları, verimsizlikleri ve yapısal aşınmayı içeride güç gösterisiyle gizlemeye çalışır. Eşine az rastlanır infaz artışı, baskının yoğunlaşması ve hükümetin söylem terapileri, güç göstergesi değil; aslında bir güç krizinin işaretidir. Hayatta kalmak için çıplak şiddete başvuran bir güç, aslında sembolik sermayesini kaybetmiştir. Bu durum, hakimiyetin ‘güç yanılsamasına’ kapıldığı andır: şiddetli güç temsiliyle krizleri kontrol edebileceğini sanır, oysa bu gösteri zayıflığın ve çürümenin belgesidir. Elbette İslam Cumhuriyeti'nin baskı gücünü tamamen kaybettiği düşünülmemelidir; daha doğru tanım, bu gücün zayıfladığı ve aşındığıdır. İslam Cumhuriyeti yapısı temelde iç baskı için tasarlanmıştır; dış düşmanla yüzleşmek için değil” ifadesinde bulundu. 
 
ALTERNATİF NASIL İNŞA EDİLECEK 
 
Ana aracı şiddet olan bir hükümete karşı kolektif mücadele modeli ve bu modelin toplumda yayılma biçimine dair değerlendirmelerde bulunan Fuad Bêrîtan, şu değerlendirmelerde bulundu: “Son aylarda, ‘askıya alma ve bekleme durumu’ olarak adlandırabileceğimiz bir olguyla karşı karşıyayız. Toplumun bir kısmı ve siyasi güçler, dışardan bir değişimin hükümeti onlar adına devireceğini bekliyor. Kimse dış askeri müdahalenin olup olmayacağını bilmiyor; ancak siyasi açıdan her senaryoya hazırlanmak gerekir. Yine de sarsılmaz bir gerçek var: Hiçbir müdahale, halkın gündemini ve toplumun dönüşüm sahnesindeki inisiyatifini ikame edemez. En tehlikeli hata, bekleme politikasıdır: ‘Bırak İslam Cumhuriyeti çöksün, sonra biz yeni düzeni kuralım.’ Bu ölümcül bir yanılsamadır. Hazırlıksız bir sosyal geçiş, özgürlüğe değil kaosa veya otoriterliğin yeniden üretimine yol açar. Alternatif, ölmekte olan bu sistemin bağrında şekillenmelidir, ölümünden sonra değil. İşte burada temel soru anlam kazanır: ‘Benim rolüm nedir? Alternatif düzende nerede duracağım? Geleceği inşa etmede payım ne olacak?’ Bu basit soru, kolektif gündemin temel taşıdır. Eğer sosyal gündem önceden örgütlenmemişse, güç boşluğu anında gasp edilecektir. Dolayısıyla İran'daki -ve özellikle Kürdistan'daki- ana mesele sadece mevcut düzenin çöküşü değil, alternatif düzenin inşasına hazırlıktır.
 
Eğer toplum koşullara etki edemez, uyumlu hareket edemez ve doğru anda inisiyatifi ele alamazsa, İslam Cumhuriyeti krizleri çözmeden hayatta kalabilir ve maliyeti yine halka yükleyebilir. Kural nettir: Toplum mevcut alanları fethetmeli ve rejimin yönetim alanını mümkün olduğunca küçültmelidir. Kolektif irade, İslam Cumhuriyeti'nin hayatta kalma iradesinden daha büyük olmalıdır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi zorunluluklar taşır ve en önemlisi şu anahtar soruya cevap vermektir: Çöküş sürecinde, yeni düzenin taşıyıcısı hangi güç olacaktır? Tarih deneyimi der ki: Bir siyasi sistemin çöküşü kendi başına demokrasiye yol açmaz. Çöküşten neyin doğacağını belirleyen, sosyal güçlerin güç boşluğunu doldurma ve hazırlık düzeyidir.
 
‘İRAN’DAKİ ÇÖKÜŞ VAKUMDA GERÇEKLEŞMEZ’
 
Elbette, İran'daki çöküş veya geçiş vakumda gerçekleşmez. Bölgesel ve küresel aktörler, İran'ın geleceği hakkında kendi mantıklarını izler. Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Çin ve Rusya sadece izleyici değil; her biri İran'a yönelik kendi projesine sahip ve İslam Cumhuriyeti'nin devamı veya çöküşü onlar için farklı anlamlar taşır. Böyle bir sahnede, bu değişkenleri dikkate almadan herhangi bir çöküş veya geçiş ya gasp edilir ya da sarptırılır. Bu nedenle iç strateji, aynı anda ‘yıkıcı dış müdahaleyi etkisizleştirmek’ ve ‘güç dengesinden akıllıca yararlanmak’ kapasitesine sahip olmalıdır. Aynı zamanda çöküşe giden süreçteki ana zorluklardan biri, güç boşluğunu ele geçirme rekabetidir. Eğer iç ve dıştaki siyasi, sivil ve saha güçleri ‘minimum koordinasyon çerçevesi’ oluşturamazsa, çöküş iç savaşa veya otoriterliğin yeniden üretimine yol açabilir. Kürt, Beluc, Arap, Azeri, Türkmen hareketleri ve merkez demokrasi yanlısı güçler, şimdiden geleceğin ortak tanımı ve iç uyumuna ulaşamazsa, saha gerici güçler lehine gasp edilebilir. Bu tehlikeyi küçümsememek gerekir.
 
Ülke dışındaki muhalefet de eğer kişisel çekişmeler, propaganda rekabeti ve sosyal saha ile kopukluklara devam ederse, faydalı olmanın ötesinde engelleyici bir faktör olur. Yeni düzen, tek bir anlatı, tek bir ses ve tek bir merkezin ürünü değil; birbirini dışlamadan çeşitli sosyal ve siyasi güç merkezlerinin ittifakının sonucudur. Bu da yeni bir demokratik yapıyı mümkün kılar.”
 
‘ALTERNATİF GÜNLÜK HAYATIN BAĞRINDAN ŞEKİLLENİR’
 
Fuad Bêrîtan, var olan duruma dair somut önerilerini şu şekilde sıraladı: “Ortadoğu ve Avrupa'daki somut deneyimler, tarihsel kopuş anlarında alternatif düzenin yukarıdan değil, aşağıdan doğduğunu göstermiştir. Kürdistan'ın Rojava'sında halk konseyleri ve kendi kendini örgütleyen ağlar, saha direnişi ve savaş ortasında paralel ve etkili bir düzen kurmayı başardı. Doğu Avrupa'da da yerel konseyler ve sivil ağlar, görece demokratik yapılara geçişin zeminini hazırladı. Bu örneklerin net mesajı şudur: Mevcut koşullarda kolektif mücadele modeli yeniden tanımlanmalıdır. Yeni düzen ne ihraç edilebilir ne de yukarıdan dayatılabilir; alternatif, aşağıdan ve günlük hayatın bağrından kök saldığında şekillenir. Bu süreci en asgari düzeyde, ‘demokrasi ve direniş provası’ olarak adlandırabiliriz. Birinci birim aile; sosyal hücrenin en küçüğü olarak hayatta kalma, yardımlaşma ve dayanıklılık için örgütlenmesi, alternatif inşasının ilk adımıdır.
 
KOLEKTİF İRADE, ÖRGÜTLÜ EYLEM 
 
Bir üst seviye, sokak ve mahalle: Küçük komiteler, yerel konseyler, yardımlaşma ağları, rollerin bölüşümü ve ortak kaynakların kaydedilmesi, sosyal gücün geri kazanılması için temel ama hayati birimlerdir. Bu ruh ve örgütlenme mikro ölçekten başlayıp bölge ve şehir seviyesine yayılmalıdır. Bu modelin önemi şimdi iki katına çıkmıştır; çünkü hâkim yapının çöküş hızı artmış ve her an savaş veya büyük gerilim olasılığı vardır. Böyle bir aşamada uygun tepki pasif bekleme veya dış müdahaleye bel bağlamak değildir. Uygun cevap, toplumun kolektif hayatını ve alanını -sadece coğrafi anlamda değil, zihinsel, kurumsal ve sosyal anlamda- İslam Cumhuriyeti'nin kontrolünden geri alınmasıdır. Bu sadece bir savunma projesi değil; sosyal otoritenin yeniden tanımlanmasıdır. İslam Cumhuriyeti bu durumda toplumu parçalı, izole, motivasyonsuz ve iradesiz tutmaya çalışır. Bu stratejinin karşıtı, dayanışma, kolektif irade ve örgütlü eylem yaratmaktır. 
 
Zafer için hâkim yapının dayatmaya çalıştığı kaderden uzaklaşılmalı ve toplum ile çevrenin tahribatı durdurulmalıdır. Bu konuda gecikmenin maliyeti gelecekte çok daha ağır olacaktır. Böyle bir ruh sadece krizi aşmak için değil; meşruiyetini kolektif iradeden alan demokratik bir düzenin temeli içindir. İran'ın yakın geleceği öngörülemez olaylarla dolu: Savaş olasılığından liderin ölümüne ve iç kavgalarına kadar her şey mümkün. Ama bu gelecek zorunlu olarak karanlık değil. Eğer toplum kendini örgütlerse, güç boşluğu demokratik bir düzenin doğuşu için zemin olabilir. Gerçek zafer, sadece yorgun ve baskıcı bir sistemin çöküşünde özetlenmez; toplumun aşağıdan başlayıp özgürlük ve eşitliğe dayanan, insan onurunu meşruiyetin temeli yapan yeni bir düzeni yeniden yaratma yeteneğidir. Bu tarihsel görev şimdi İran halkının önünde: Geleceği inşa etmek, krizden sonra değil, krizin bağrında ve bu andadır. Kürdistan halkı, tarihsel deneyimi, kapasitesi ve direniş geçmişi nedeniyle bu aşamada öncü rol oynayabilir. Biz de halkımızın iradesine bağlı bir güç olarak, tüm olası senaryolara hazırız ve toplumumuza yakışır şekilde sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Genel bir değerlendirme yaparsak, eğer sosyal ve siyasi güçler şimdiden çok katmanlı, bölgesel ve bağlantılı çerçevelerde örgütlenirse, çöküş anı kolektif gücün yeniden inşası ve yeni düzenin mimarisi için tarihsel bir fırsata dönüşebilir. Bugün yaşanan sadece bir düzenin çöküşü değil; yeni bir düzen tasarımı için sahanın açılmasıdır.”