Sebahat Tuncel: Sembolik adım atıldı, hukuki ve demokratik alan açılmalı 2025-07-12 09:39:42   ANKARA - Yeni dönemin stratejisinin "demokratik siyaset" olduğunu belirten TJA’lı Sebahat Tuncel, "Yeni dönemin temel güvencesi hukuk. Sayın Öcalan o yüzden ısrarla sürecin hukuki güvenceye kavuşturulmasını istiyor" dedi.    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından başlayan süreç önemli gelişmelerle ilerliyor. 5-7- Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 12. kongresinde “çalışmaları sonlandırma” kararı alan PKK,  Abdullah Öcalan’ın 9 Temmuz’daki çağrısı üzerine Federe Kürdistan Bölgesi’nin Süleymaniye kentinde bulunan Şikefta Casenê'de silahları imha töreni düzenledi. 15 kadın ile 15 erkekten oluşan "Barış ve Demokratik Toplum Grubu", "Bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz" açıklamasıyla süreçte yeni evreye geçildiğini duyururken, gözler muhataplardan devlet ve iktidar kanadına çevrildi.    Özgür Kadın Hareketi (Tevgera Jinên Azad-TJA) üyesi Sebahat Tuncel, süreçte gelinen aşamayla ilgili ajansımızın sorularını yanıtladı.      Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 26 yıl sonra ilk defa videolu bir çağrısı yayınlandı. Öncelikle videonun paylaşılması ve Öcalan’ın seslenmesi süreçte gelinen nokta bakımından nereye işaret ediyor?   Sayın Abdullah Öcalan, kendi sesi ve görüntüsüyle dünya kamuoyuna seslendi. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü konusunda yeni bir aşamaya geçildiğini ifade etti. Bu video, bu açıdan önemli.  Kürt halkı ve dostlarının Sayın Öcalan’dan sürece dair mesajlarını dinliyor olması oldukça kıymetli.  Ancak yeni bir sürece başlanması açısından bu video ayrıca önemlidir. Hatırlarsanız 2013-2015 süreci yürütüldü. Öncesinde Oslo süreci vardı. Fakat bu süreçler hep bir diyalog sürecinde kaldı. Müzakereye bir türlü geçilemedi.    Bu açıdan gelinen aşamayı, müzakereye geçiş aşaması açısından önemli görmek gerekiyor. Tabii bu, tek taraflı bir süreç olarak düşünülemez. Devletin ve iktidarın bu çağrıya vereceği cevap önemli. Bu çağrı geniş bir toplumsal kesimedir.  Yani kim barış ve özgürlükten yana ise bu çağrının muhatabı oluyor. O açıdan kritik, önemli ve tarihi bir çağrı.     Sayın Öcalan’ın kendi özgürlüğünü toplumun özgürlüğünde görmesine karşılık, bu toplum da kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın özgürlüğünde görüyor. Bu ilişki böyleyse o zaman Sayın Öcalan’ın özgür koşullarda olmasını sağlamak hepimizin görevidir.   Abdullah Öcalan çağrısında “özgürlüğü” bireysel değil toplumsal bir mesele olarak tanımladı. Öcalan'ın bu yaklaşımı günümüz toplumsal mücadelelerine nasıl bir yol gösteriyor?   Sayın Öcalan, PKK’nin kongresine sunduğu perspektifte de kolektif önderlikten, kolektif liderlikten bahsediyor. Dikkat ederseniz, çağrıya da komünalistleri selamlayarak başlıyor. Bu yeni dil aslında hiyerarşik yaklaşımdan ziyade demokratik, yatay ilişkili, eşitlikçi bir sistem. Sayın Öcalan, toplumun özgürlüğüyle kendi özgürlüğünü eşitlemiş durumda. Eğer gerçekten bir özgürlük olacaksa bu kişisel değil, toplumsal bir özgürlüktür. Kürt halkı özgür olursa, zaten kendisinin de özgür olacağını ifade ediyor. Kaldı ki Sayın Öcalan, yaklaşık 27 yıldır mutlak tecrit ve işkence koşullarında halkın özgürlüğü için mücadele etti. Burada önemli olan konu şu; Sayın Öcalan’ın kendi özgürlüğünü toplumun özgürlüğünde görmesine karşılık, bu toplum da kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın özgürlüğünde görüyor. Yani karşılıklı bir ilişki. Dikkat edin yıllardır Kürt halkı, Kürt kadınları ve gençleri Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor. Bu ilişki böyleyse o zaman Sayın Öcalan’ın özgür koşullarda olmasını sağlamak hepimizin görevidir. Herkes burada bir sorumluluk hissetmeli ve bunun için mücadele etmelidir.    Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Toplum Manifestosu”nun, 50 yıllık "Kürdistan Devriminin Yolu" manifestosunun yerini aldığına dair görüşünü nasıl yorumluyorsunuz?    ‘Kürdistan Devriminin Yolu’nda, silahlı mücadele ile Kürt halkının özgürlük sorunlarının çözüleceği, bağımsız birleşik Kürdistan teziyle bir mücadeleye başlama ve bunu gereklerini yerine getirme, siyaseti buna göre şekillendirme yaklaşımı vardı. Bu, aslında Sayın Öcalan’ın ikinci manifestosudur. ‘Kürdistan Devriminin Yolu’nu şimdi silahlı mücadele ile değil demokratik siyasetle yürütme olarak yapıyor. O açıdan bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Yeni dönemin stratejisi, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma yani ‘demokratik toplum paradigması’ diye tarif ettiğimiz paradigma devam ediyor. Bunun stratejisi demokratik siyasettir. Eskiden silahlı mücadeleydi, şimdi onun yerini demokratik siyaset alıyor ve ‘hukuki güvenceyle bu süreç başarıya ulaşabilir’ diyor. Bu da bir mücadele sürecidir. Dikkat ederseniz ‘yol bitmiş’ demiyor. Aslında devrimde yeni bir yola çıktığımızı ve bu yolda büyük bir emek, mücadele olduğunu gösteriyor.     Abdullah Öcalan’ın çağrısında silahların gönüllü bırakılması ve Meclis'te kapsamlı bir komisyon kurulması vurgusu da vardı. Bu adımların uygulanabilirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Tabii ki Kürt sorununun çözümü konusunda bir irade beyanı var. Hem Kürt siyasi hareketi hem de Sayın Öcalan bu iradeyi gösterdi. PKK kongre yaptı, kendisini feshetti ve bu sürece katılımı gösterdi.  Devlet tarafından da bu sorunun çözümü konusunda bir irade olduğu ortaya çıkıyor. Ama bu yetmez. Bunun için yapılması gerekenler var. Biraz önce söylediğim gibi eğer gerçekten PKK silah bırakıp, demokratik siyasete katılacaksa, demokratik siyasetin koşullarının olması gerekir. Bunun için de parlamentonun görev alması gerekiyor. İlk günden itibaren Sayın Öcalan buna dikkat çekti. Siyasi partilere gönderdiği mesajla da, DEM Parti'ye gönderdiği mesajla da bu işin parlamentoda çözülmesi, gerekli kanunların çıkartılması konusunda yaklaşımı oldu. Bu açıdan önümüzdeki dönemde kurulacak komisyon önemli. Ama bu komisyonun gerçekten işlerliğinin olması gerekiyor. Yani PKK sonrası sürecin, PKK’ye katılan herkesin gelip demokratik siyasete katılması yetmez. Türkiye'de terörle mücadele konseptinin değişmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun kalkması, demokratikleşme adımlarının atılması konusunda bir dizi yasal düzenleme yapılması gerekir.     Parlamentodaki bütün gruplara büyük görev düşüyor. Mesele sadece DEM Parti ve iktidar partisi değil. Bütün siyasi partilerin sürece katılması, kolektif bir iradeyle yasaların çıkması önemlidir.    Abdullah Öcalan, DEM Parti ve diğer siyasi partilerin sürecin başarısı için önemli rol oynayabileceğini belirtti. Meclis çatısı altında nasıl bir iş birliği bekliyorsunuz? DEM Parti’nin bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?    Türkiye'de 100 yıllık sorun çözülecek. Belki Ortadoğu'da 200 yıllık bir sorun. Hep savaş ve çatışma zemininde bırakılmış bir Kürt sorunundan bahsediyoruz. Kürtlerin dil ve kimliğinin yasaklandığı bir sorundan bahsediyoruz. Bu gerçekten önemli bir konu. Dolayısıyla bu süreç,  devletin inkar, imha ve asimilasyon politikasından vazgeçtiğinin ve yeni bir yola girdiğini göstermesi açısından da önemli ve kıymetli. Parlamentodaki bütün gruplara büyük görev düşüyor. Tabii burada başka sorun alanları var. Bir yandan demokratikleşme ve özgürlük yasalarının çıkartılması, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün Türkiye'nin demokratikleşmesiyle birlikte olması gerektiğini ifade ediyoruz. Diğer yandan iktidarın CHP'ye yönelik operasyonları var, toplumsal muhalefete yönelik baskısı devam ediyor. Bu, bir çelişkiye neden oluyor ve toplumda sürece olan güveni azaltıyor. O açıdan da iktidarın, muhalefeti baskılama, muhalefete yönelik baskı, gözaltı, tutuklama, kayyum rejiminden vazgeçmesi gerekir. Bu sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından bu bir engel. Çünkü mesele sadece DEM Parti ve iktidar partisi değil. Bütün siyasi partilerin bu sürece katılması ve kolektif bir iradeyle yasaların çıkması önemlidir. Sayın Özgür Özel'in bu sürece dair olumlu yaklaşımı önemli. Ama bunun parlamentoda bir yasal konsensusa dönüşmesi konusunda gerçekten CHP’ye yönelik politikanın da değişmesine ihtiyaç var.   Abdullah Öcalan'ın ifade ettiği silah bırakma mekanizmasının kurulması ve detaylarının belirlenmesi sürecine dair öngörüleriniz neler? Bu mekanizma nasıl işleyebilir ve kamuoyunda güven oluşturmak için neler yapılmalı?   Şimdi sembolik bir adım atıldı. Bunun devamının gelebilmesi için biraz önce konuştuğumuz hukuki yasaların çıkartılması, demokratik siyaset alanının açılması gerekiyor. Gerilla, silah bıraktıktan sonra ne olacak? Türkiye'ye gelip cezaevine mi girecek? Devlet Bahçeli'nin, Sayın Öcalan’a yönelik ‘Gelip DEM Parti grubunda konuşsun’ çağrısı o açıdan önemlidir. O zaman gerilla da gelip siyasete katılacak mı? Siyasi partiye üye olacak mı? Bir derneğe üye olabilecek mi? Bir kurumda çalışabilecek mi? Bunun koşulları var mı? Bunlar problemli. Dolayısıyla bu işin değişmesi gerekir. Eğer gerekli hukuki zemin oluşursa demokratik bir entegrasyon sürecinin gelişmesi olası olur. O açıdan o mekanizma nasıl kurulur, nasıl işler, tabii tarafların bileceği bir şey ama siyaset açısından düşündüğümüzde yapılması gereken demokratik siyaset alanının açılması, hukuki zeminin gelişmesidir. Çünkü yeni dönemin temel güvencesi hukuk. Sayın Öcalan o yüzden ısrarla 'hukuki ve siyasi alan' diye ifade ediyor. Yani sürecin hukuki güvenceye kavuşturulmasını istiyor. Kürt halkının gerçekten varlığını koruması, kendisini örgütlemesi, dil, kimlik, kültür haklarını örgütlemesi…    Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve kongreye sunulan yedi başlıklı perspektif doğrultusunda kapitalist moderniteye alternatif olarak sunduğu sistemsel çözüm nedir?    Demokratik ve komünal bir yaşamın kapitalist moderniteye karşı sunduğu çözüm önerisi de önemli. Manifesto belki herkese ulaştığında daha yoğun tartışabileceğiz ama kongreye sunulan yedi başlıklı perspektifi bile okuduğumuzda muazzam bir sistem öngörüsüyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin nasıl inşa edileceğini, demokratik sosyalizmin insanlığın sorunlarına çözüm bulacağı ve bunun komünler aracılığıyla örgütlenmesi gerektiği, kadın özgürlük mücadelesi… Bütün bunları tartıştığımızda Sayın Öcalan’ın çağrısı sadece silahların susması ve çatışmanın sonlandırılması değil yeni bir yaşamın kurulması, yeni bir yaşamın inşası, kapitalist moderniteye karşı demokratik mücadelenin geliştirilmesi açısından da umut veriyor.      Sürecin ilerleyebilmesi konusunda devlete düşen görevler var, topluma düşen görevler var. Gerçekten bütün Türkiye halklarının, Ortadoğu halklarının hepimizin barışa ihtiyacı var. Sadece Kürtlerin değil.   Savaş ve çatışma ortamı ortadan kalktığında belki bütün bunları tartışacağız. Fikirsel tartışmalar yapacağız. O manifestonun ortaya çıkardığı yeni yaşam ilkelerini birlikte değerlendireceğiz. Bu açıdan bakıldığında, bu süreç de oldukça önemli. Sadece savaş ve çatışma sonlanmayacak kapitalist moderniteye karşı nasıl bir mücadele, nasıl bir yol ve yöntem geliştireceğiz bunu tartışacağız. ‘Demokratik sosyalizmi nasıl inşa edeceğiz?’,  ‘Demokratik sosyalizm, Kürt halkının özgürlük sorununu, Türkiye’nin yoksul emekçilerinin özgürlük sorununu nasıl çözecek?’,  ‘Türkiye’deki halkların, inançların, kimliklerin özgürlük sorunlarına nasıl yanıt verecek?’, ‘Bunları hangi yöntemle ve hangi örgütsel yapıyla karşılayacağız?’  Tüm bunları önümüzdeki dönemde çok daha yoğun bir şekilde konuşacağız. Şu anda Türkiye silahların bırakılması meselesine odaklanmış görünüyor. Ancak önümüzdeki dönemde belki de 'Nasıl yaşayacağız?' sorusuna cevap bulacağız. ‘Nasıl örgütleneceğiz?’, ‘Özgürlüğümüzü nasıl güvence altına alacağız?’,  ‘Bugüne kadar kullandığımız araç, yol ve yöntemler yeterli mi?’,  ‘Ondan mı devam edeceğiz, yoksa yeni araç, yol ve yöntemler mi bulacağız?’ Bütün bunlar önümüzdeki dönemde çok yoğun tartışılacak.   Abdullah Öcalan’ın yaptığı bu çağrının sadece Kürt halkı için değil tüm Türkiye halkları ve bölge açısından da barış ve demokrasi sürecini başlatacağı düşünüldüğünde; karşılık bulması durumunda toplumsal kesimlere ne tür kazanımlar sağlayabilir?   Gerçekten bu çok önemli ve kıymetli bir çağrı. Sayın Öcalan'ın çağrısının cevap bulması, karşılık bulması bütün halklara kazandıracak. Yani barışın kazananı çok olacak. Eğer süreç başarıya ulaşır ve hukuki bir güvenceye kavuşursa önümüzdeki dönem biraz önce söylediğim gibi daha fikirsel, politik tartışmalar yürütüp, halkların içine düşürüldüğü bu dar boğazı, nefessiz bırakıldığı bu atmosferden nasıl çıkacağımızı, kadınların özgürlük sorununa nasıl çözümler bulacağımızı, işçi sınıfının geleceğini, demokratik komünal birliğini nasıl inşa edeceğimizi, kendi hayatlarımızı, kendi geleceğimizi nasıl kuracağımızı, gençlerin bu süreçte nasıl yer alacağını, kadınların nasıl yer alacağını tartışacağız. Bu sürecin ilerleyebilmesi konusunda devlete düşen görevler var, topluma düşen görevler var. Gerçekten bütün Türkiye halklarının, Ortadoğu halklarının hepimizin barışa ihtiyacı var. Sadece Kürtlerin değil. Özgürlüğe giden yolda barışın sağlanması hepimizin sorumluluğu. Herkesi bu tarihi süreçte görev ve sorumluluk üstlenmeye davet ediyorum.   MA / Melik Varol - Zeynep Topdemir